31 Ekim 2007 Çarşamba

Migreni Önleyici Yöntem ve Tedaviler

Bu bölümde migren baş ağrısını önlemek için günlük yaşamda uygulanabilecek yöntemler yer almakta. Ancak unutulmamalıdır ki bu yöntemlerin bir kısmı bu konuyla profesyonel olarak ilgilenen kişilerden destek alınarak yapılmalıdır.
Yaşam tarzının düzenli olması
Düzenli uyumak
Düzenli yemek yemek
Bilinen tetikleyicilerden uzak durmak (kafein, eski peynir, et koruyucuları, monosodyum glutamat, salamura ürünler, çerez)
Düzenli aerobik egzersiz yapmak
Duygusal stresi azaltmak
Stresli durumlardan kurtulmak için ileriye yönelik plan yapmak
Biofeedback'i öğrenmek
Meditasyon
Boş zamanlar, hobiler, sosyal aktiviteleri artırmak
Gevşeme tekniklerini öğrenmek
Bireysel/aile psikoterapisi desteği almak
Çevresel etkenlerden kaçınmak
Güneş gözlüğü takın
Dumanlı, kokulu, gürültülü ortamlardan uzak durun
Vücut duruşunuzun düzgün olmasına dikkat edin
Fiziksel teknikler
Isı/buz/ultrasonografi/TENS
Masaj/servikal traksiyon
Boyun kasları için germe ve güçlendirme egzersizleri
Tetik noktası germesi, baskısı ve/veya enjeksiyonu
Osteopatik manipulasyon
Alternatif terapiler
Akupunktur
Akupresör
Terapötik dokunma
Aromaterapi (nane, yeşil elma)
Bölgesek uygulanan merhemler
Bitkiler
Vitaminler (Riboflavin 400 mg/gün, magnezyum)
Doktorunuzla Konuşun

25 Ekim 2007 Perşembe

Erkeğin cinselliği sağlığının aynası

Erkekte bel çevresi 102 cm'yi geçtiğinde cinsel isteksizlik başlıyor...

Aile Sağlığı Araştırma Derneği Başkanı Prof. Dr. Halim Hattat, erkeklerin cinsel sağlığının genel sağlık durumunun bir göstergesi olduğunu açıkladı. Prof. Hattat, yapılan araştırmalarda cinsel isteksizlik çeken erkeklerde 5 yıl içerisinde diyabet ve kalp hastalıklarına yakalanma risklerinin çok daha yüksek oranlarda görüldüğünün altını çizdi.


BELİNİZE DİKKAT EDİN
Prof. Hattat, araştırmalar bel çevresinin erkekte 102 cm’yi geçtiği, yararlı HDL kolesterolde azalma, trigliserid ve bazen de zararlı LDL kolesterol seviyelerinde artışın olduğu, kan basıncı yüksekliği ve insülin direncinin görüldüğü Metabolik Sendrom adı verilen sağlık sorununda genel sağlık durumunun cinsel isteksizlik ve cinsel fonksiyon sorunları ile yakından alakalı olduğunu belirterek, “Sertleşme ve cinsel isteksizlik sorununun diyabet, kalp hastalıkları ile bu kadar yakından ilişkili olması, beslenme ve yaşam tarzında değişiklik yapmak isteyen erkekler için önemli bir motivasyon oluşturuyor” dedi.


Prof. Dr. Halim Hattat orta yaş ve sonrasında erkeklerin rutin kontrollerinde testosteron eksikliğinin mutlaka araştırılması gerektiğini belirterek, “Erkekler cinsel istek azlığının metabolizma için bir alarm durumu oluşturduğunun farkında değil. Testosteron eksikliği tedavi edilebilir ve düzeltilebilir bir sağlık sorunu. Bu tedavi sadece cinsel sorunları çözmekle kalmaz, yaşam kalitesini de arttırır. 40 yaşın üzerinde bir erkekseniz, testosteron seviyenizi bilmenizde yarar var” diye konuştu.

DOKTOR KONTROLÜ ŞART!
Testosteron seviyeleri kan analizleriyle ölçülebildiğini, düşük seviyede ise yerine koyma tedavisi yapılabildiğini, testosteron tedavileri için 3 aylık enjeksiyonlar ya da jeller ile eksikliğin tamamlandığını belirten Hattat, “Bu tedavi öncesi prostat büyümesi sorununuz olmadığından emin olmak için prostat muayenesi yapılmalı. Bu tedavi prostat kanseri oluşumuna neden olmamakla birlikte, olası bir kanserin ilerlemesine yol açabilir. Bu şekilde kontrollerle yapılan testosteron tedavisinin ardından hastaların cinsel yaşam ve genel sağlık durumunuzda hızla düzelme eğilimi gözlemliyoruz” dedi. Akşam

Alzheimer'a karşı köri

Alzheimer hastalarına ait kan örneklerinin incelenmesi sonucunda 'köri' adı verilen karışımın hastalığı önlemede etkili olduğu tespit edildi.

Los Angeles David Geffen Tıp Okulu ve San Diego Biyomoleküler Araştırma Enstitüsü araştırmacılarının, Alzheimer hastalarına ait kan örneklerini inceledikleri son araştırma ile "köri" adı verilen Hindistan kökenli baharat karışımının Alzheimer'ı önlemeye yardımcı olduğu belirlendi.

ABD'de Alzheimer üzerine yapılan araştırmada, Makrofaj isimli bağışıklık hücrelerinin, Alzheimer hastalığında beyinde oluşan ve nöronları yok eden protein plaklarını temizlediği belirlendi. Yapılan çalışmada, bisdemetoksikurkumin isimli kimyasalın, bu konuda yardımcı olduğu belirtilerek, körinin içindeki baharatlardan biri olan zerdeçalda bu kimyasalın aktif olarak bulunduğu ve bunun, beynin savunma mekanizmasını güçlendirdiği kaydedildi. Araştırmacılar, elde edilen verilerin bağışıklık sisteminin Alzheimer üzerindeki rolüne ışık tuttuğunu ve yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine yardımcı olacağını düşündiklerini kaydetti.

Daha önce yapılan başka bir çalışmada da Hindistan’da bulunan yaşlıların sadece yüzde 1’inde Alzheimer görüldüğü belirlenmiş ve köri tüketiminin Alzheimer riskini azalttığı açıklanmıştı.

Yaşlılarda en sık karşılaşılan dördüncü hastalık olan Alzheimer, tüm dünyada 20 milyon kişinin hastalığı. Türkiye'de ise 70 yaş üzerinde görülme sıklığının yüzde 10 civarında olduğu, buna göre 200-250 bin Alzheimer'lı hasta olduğu bildiriliyor.
Anka

Cola İçince Neler Oluyormuş?

Kola içtikten sonra 1 saat içinde neler mi oluyor.. Herşey yazımızın devamında..
-İlk 10 dakika: 10 çay kaşığı şeker almış vücudunuza girer (Günlük almanız gereken şeker miktarının tamamı kadar). Fosforik asit tat alma duyunuzu keser ve aşırı şeker yüklemesinden dolayı kusmanızı engeller.
-20 dakika: Kan şekerinizde ani bir yükselme olur, yüksek miktarda insülin patlamasına neden olur. Karaciğeriniz vucudunuzdaki şekeri yağa çevirerek buna bir yanıt verir. Bu sadece bir kaç dakika içinde olur
-40.dakika: Kafein absorbsiyonu tamamlanır. Göz bebeklerniz büyür. kan basıncınız yükselir, karaciğeriniz kana daha fazla şeker pompalamaya başlar. Beyninizdeki adenozin reseptörleri rehaveti önlemek için bloke olur.

-45 dakika: Beyninizde dopamin salgısı artar. Bu tıpkı eroinin vücuttta yaptığı tepkimelere benzer.
-60 dakika: Kafeinin diüretik özellikleri baş gösterir (tuvalet ihtiyacı).Buda vücutta depolanmış kalsiyum, magnezyum ve çinkonun da beraberde dışarı atılması demek.
Bir süre sonra şeker ihtiyacını tekrar duymaya başlayacaksınız, kendinizi halsiz ve bitkin hissedeceksiniz. Vucüdunuzda kola ile alığınız bütün su tekrar dışarı atıldığı için sussuzluğunuz tekrar hissedeceksiniz. Şekeri ihtiyacını takiben, kafein isteğide başlayacak

23 Ekim 2007 Salı

BURCUNUZA GÖRE BESLENİN!

Yaptığınız diyetler bir türlü işe yaramıyorsa, bir de burcunuza göre beslenmenizi gözden geçirin...
KOÇ BURCU
Yemek konusunda sabırsızlığıyla ünlü Koç burcunun lokmalarını sayarak yavaş yemeye çalışması sindirim konusunda çok işine yarayacaktır. Tüm yemekleri oturarak yemeye dikkat etmeliler.
BOĞA BURCU
Yemek yemeye en düşkün burçlardan biri olan Boğa, tatlıya düşkünlüğüyle de tanınır. Fakat 'obur' denebilecek kadar fazla olan iştahlarını güçlü iradeleriyle bastırmayı başarırlar. Tatlı isteğini bastırmak için ise yemeklerden önce bir yeşil elma yemeleri işe yarayabilir.
İKİZLER BURCU
Yediklerini yakacak kadar enerjik olmasalardı tüm İkizler'in birer obez olması gerekirdi. Tez canlı ikizler burcunun tercihini çoğu kez fast food restoranlardan yana yapar. Bunun yerine daha hafif ve doğal yiyecekleri seçerek kısa sürede kilo verebilirler.
YENGEÇ BURCU
En ünlü aşçıların çıktığı burç olan Yengeç, genellikle sağlıklı beslenmeye eğilimlidir. Ancak duygusal bozukluklar karşısında beslenme düzeni de birden yerle bir olabilir. Ayrıca selülite elverişli vücut yapıları nedeniyle kafeinden uzak durmaları gerekir.
ASLAN BURCU
Aslanlar beslenme konusunda da gösterişe düşkündür. Neredeyse yemeğin lezzetinden çok servisini önemserler. Yemek yemek onlar için bir sanattır. Kısa süreli şok diyetler yerine uzun sürede yapılan diyetlerde her zaman daha iyi sonuç alırlar.
BAŞAK BURCU
Mükemmeliyetçiliği ve disipliniyle tanınan Başak burcu, beslenme konusunda da genellikle doğru davranır. Ancak formuna gösterdiği özenin sağlığını bozmaması için sık ve az yiyerek aç kalmamalıdır.
TERAZİ BURCU
Kalabalık ve neşeli sofralarda yemek yemeyi seven Teraziler, istediklerinde rahatlıkla diyet yapabilirler. Ama tek bir şartla: Diyet listelerindeki yemeklerin lezzetsiz olmaması gerekir. Damak zevklerine baharatlı yiyecekler, soğan, sarımsak ve sütlü tatlılar hitap eder.
AKREP BURCU
Akrep'lerin bol bol su içmeleri ve salam, sucuk , turşu gibi tuzlu yiyeceklerden uzak durmaları gerekir. Özellikle yeşil yapraklı yiyecekler onların ihtiyaçlarını karşılayacak ve daha kolay kilo vermelerini sağlayacaktır.
YAY BURCU
Sabırsız Yay burcu için aslında beslenme konusunu günlük hayatında çok önemli değildir. Ofiste öğle yemeğini bir tosta geçirip akşam arkadaşlarıyla ziyafet sofrasına oturabilir. Bunun için beslenmesinde dikkat etmesi gereken en önemli şey dengedir.
OĞLAK BURCU

Genellikle kilolu olmayan oğlakları zeytinyağlı ve ekşili yemekler mutlu eder. Strese karşı zayıf olan sindirim sistemleri açısından bu yiyeceklerle rahatlamaları gerekir. Ayrıca öğün aralarında aç kalma alışkanlıklarını terk etmeleri gerekir.
KOVA BURCU
Tatlı düşkünü olan Kova burcu ya çok kuralcı beslenir ya da tıpkı bir çocuğun yaptığı tercihleri yapar. Bir arkadaşıyla birlikte yaptığı diyetler her zaman daha başarılı olur.
BALIK BURCU
Su grubundan olan diğer burçlar gibi Balık burcu da selülite ve su toplamaya müsaittir. Bunun için bol bol bitki çayı içmeleri gerekir. Ayrıca duygusal yapıları dolayısıyla stres beslenme düzenlerini çok kolay etkiler.

22 Ekim 2007 Pazartesi

Hayatınızı Kurtaracak 16 İpucu

Londra'daki King College Hastanesi Yaşlanma Bilimi Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırma, vücudumuzun bize hayatımızı kurtaracak tam 16 ipucu verdiğini ortaya koydu.

Sağlıklı yaşam konusunda birçok araştırmaya imzasını atan; Londra'daki King College Hastanesi Gerontoloji (yaşlanma bilimi) Enstitüsü'nde araştırmalarını yürüten Prof. Dr. Robert Wale, "Sadece parmaklarınızın uzunluğu bile sizin sağlığınız hakkında kayda değer bilgi sahibi olmamızı sağlıyor aslında. Siz de vücudunuzla ilgili önemli detaylara; dikkat ederek sağlığınızı koruyabilirsiniz " diyor ve ekliyor: "Vücudunuz; siz fark etmeden sağlığınızla ilgili en önemli ipuçlarını veriyor. "Prof. Wale'ye göre, tırnaktan gözlere, doğum kilosundan avuç içine kadar vücuttaki her şey birer gösterge. O halde bir test yaparak ne kadar sağlıklı olduğumuzu anlamak mümkün. Wale'nin "İşte hayatınızı kurtaracak 16 ipucu" dediği test şöyle:

1. Tırnaklar : Tırnaklarınıza dikkatle bakın. Eğer hafif mavilik yada; morluk görürseniz bu bir kalp hastalığıyla karşı karşıya olduğunuz anlamına gelebilir. Tırnaklarınızın aşırı kalın olması ya da üstlerinde tümsekler olması da nefes alma hatta akciğer sorunlarıyla karşı karşıya olduğunuzu gösterebilir.


2. Nefeslerinizi sayın : Eğer dakikada 15 kez ve daha altında nefes alıp veriyorsanız sağlıklı ciğerlere sahipsiniz demek... Eğer 25 kez nefes alıp veriyorsanız o zaman sağlığınıza dikkat etmelisiniz.

3. Gözler : Aynada gözlerinizden birine bakın. İris'in etrafında beyaz bir daire varsa kolesterol seviyeniz yüksek anlamına geliyor. Bu aynı şekilde yaklaşan kalp sorunlarının da en büyük habercisi.

4. Avuç içinize bakın : Avuç içlerinize dikkatle bakın. Eğer kırmızı ve lekelilerse karaciğerinizde sorun var demek.

5. Hafıza kontrolü : Bir tepsinin üstüne rasgele 10 eşya koyun. Tepsiye sadece 10 saniye bakın. Kaç tanesini hatırlayabildiniz? İyi bir hafızanızın olması Alzheimer'le karşılaşma riskinizin daha az olacağı anlamına geliyor.

6. Kas kontrolü : Sırt üstü yatın. Bacaklarınız dümdüz olsun. Bir bacağınızı havaya kaldırın. Bir kişinin ayağınıza bastırmasını isteyin. Eğer bacağınız yere düşüyorsa,kaslarınız da bir zayıflık olduğu anlamına geliyor.

7. Görünüş : Gözünüzün hemen altında elmacık kemiğiniz üzerine bir cetvel yerleştirin. Sonra cetvelin üstüne bir kredi kartı yerleştirin kartı en rahat okuduğunuz uzaklığı ölçün. Ne kadar yakına gelirse gelsin kartı rahat okuyabiliyorsanız göz sağlığınızın iyi olduğu anlamına geliyor.

8. Tiroit misiniz? : Kollarınızı yere paralel olarak tam karşınızda birşeye uzanıyormuş gibi uzatın. Ellerinize dikkat edin. Eğer elleriniz bu pozisyonda titriyorsa o zaman tiroit olma riskiniz çok.

9. Düz yürümek : Yere bir metre uzunluğunda bir çizgi çizin. Üzerinde rahat rahat yürüyebiliyorsanız, vücudunuzun koordinasyonu iyi işliyor demektir.

10. Doğum kilonuz : Annenize kaç kilo doğduğunuzu sorun. 3 kilonun altında doğmuşsanız kalp sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

11. Beliniz kalın mı? : Vücut şekliniz elmaya benziyorsa, yani yağlarınız belinizin çevresinde toplanıyorsa, kalp sorunu yaşama riskiniz daha fazla.

12. Tuvalet sıklığı : Her 3 saatte bir tuvalete birden çok gitme ihtiyacı mı hissediyorsunuz? Diyabetin en erken alarmlarından biri sık sık tuvalete gitmektir.

13. Nabız kontrolü : Nabzınız ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun yaşayacaksınız demektir. Yani nabzınız 70'in altındaysa sağlıklısınız anlamına geliyor.

14. Dişlerinizi fırçalayın : Eğer dişleriniz kanıyorsa, kalbiniz tehlikede demektir.

15. Parmak uzunluğu : İşaret ve yüzük parmakları aynı uzunlukta olan kişilerin kalp krizi geçirme riski daha fazla.

16. Ayak bilekleri : Baş parmağınızla ayak bileğinizin arka kısmına bastırın. Eğer bastırdığınız noktada çok fazla çukurluk oluşuyorsa, o zaman kalp, akciğer, böbrek sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.
Dr. Ahmet Cetinbudaklar

21 Ekim 2007 Pazar

Meyveleri kabuklarıyla tüketin

Elma, armut, incir gibi kabuklu meyvelerin, güneşten sağladıkları renk maddelerindeki vitamin değerleri dolayısıyla kabuklarıyla tüketilmesi öneriliyor.

Elma, armut, incir gibi kabuklu meyvelerin, güneşten sağladıkları renk maddelerindeki vitamin değerleri dolayısıyla kabuklarıyla tüketilmesi öneriliyor.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. Arsan Bilişli, meyvelerin renk maddelerinin oluşması için güneş ışığı görmesi gerektiğini, bu şekilde vitamin C ve glikozun oluştuğunu söyledi.

Bilişli, meyvelerdeki renk maddelerinin tümünün, antikanserojen olduğu için kabuğuyla tüketilmesinin önemli olduğunu vurguladı:

"Kabukları, meyvelerin doğal koruyucu unsurudur. Organik asitleryönünden çok zengindirler. Ancak, meyveler ne kadar yıkanırsa yıkansın zirai ilaç kalıntısı olabilir. Bu nedenle gıda güvenliği açısından kabuğunu soymak zorunda kalıyoruz. Elma, armut, incir gibi meyveler, güneşten sağladıkları renk maddelerindeki vitamin değerleri dolayısıyla kabuklarıyla tüketilmelidir."cnntürk
http://www.habertek.net/article.php?category_id=46&article_id=5826

20 Ekim 2007 Cumartesi

SU VE BESİNLERLE BULAŞAN HASTALIKLAR

Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafik yapı ve mevsime ait özellikler nedeniyle enfeksiyon hastalıkları çeşitli dağılımlar göstermektedir. Havaların ısınmasıyla birlikte sularla ve besinlerle bulaşan hastalık etkenleri yaygın olarak görülmekte, önlem alınmadığı taktirde toplumda nadir görülen hastalıklar bir anda salgın boyutlarına ulaşabilmektedir.

Su ve besinlerle bulaşan hastalıklarda etken genellikle ağız yoluyla alınır, sindirim yoluna yerleşir ve enfeksiyona yol açar. Etken, su ve besinlerle genellikle hasta kişilerin dışkı veya idrarlarından bulaşmaktadır. En sık karşılaşılan belirtiler karın ağrısı, ishal ve kusmadır.


İshalli hastalıkların sayısını arttıran özellikler:
- Hava sıcaklığının yüksek olduğu mevsimler

- Kentlerin gecekondu bölgeleri
- Kirli akarsu, göl ve yüzeysel suların çevresindeki yerleşim bölgeleri
- Anne sütü ile beslenmeyen çocuklar
- Düşük doğum ağırlığı ile doğan bebekler
- Biberon ile beslenen çocuklar
- Beslenme yetersizliği olan çocuklar
- İmmün yetmezliği olanlar
- Aşılama hizmetinin yeterli verilmediği toplumlar
- Sağlıklı su temin edilemeyen yerler
- Tuvalet, mutfak, banyo koşulları iyi olmayan hanelerde yaşayanlar
- Küçük ve büyükbaş hayvan ile tavuk beslenen evlerde yaşayanlar
- Karasineklerin yoğun olduğu bölgeler
- Sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamayan bölgeler

Su ve besinlerle bulaşan hastalıklardan korunmanın temel kuralları:
- Eller bol su ve sabunla yıkanmalıdır.Sadece etkin el yıkama ile pek çok enfeksiyon hastalığından korunmak mümkündür.Ellerin her tarafı,parmak aralıkları,tırnak içleri ovalanarak yıkanmalıdır.
- Sağlıklı ve yeterli su temin edilmelidir. Temiz olduğundan emin olunmayan sular kaynatılarak kullanılmalıdır.
- İnsan atıklarının uygun şekilde uzaklaştırılması gerekir. Ayrıca tuvalet kağıdı kullanıldığında parmakların kontamine olmamasına dikkat edilmelidir. Tuvaletten çıktıktan sonra eller mutlaka su ve sabunla iyice yıkanmalıdır.
- Karasineklerle mücadele için evde çöpler kapalı kovalarda biriktirilmelidir.
- Bebekler anne sütü ile beslenmelidir. Bebek bakımında hijyenik kurallara uyulmalı,eller sık sık yıkanmalıdır.
- Tüm sebze ve meyveler akan su altında bol ve temiz su ile yıkandıktan sonra yenilmelidir. Bu yiyecekler çamurlu ise su dolu bir kapta 5-10 dakika bekletilmeli, bu işlem birkaç kez tekrarlanmalı ve sonra çeşme altında bol suda yıkanmalıdır.
- Pişirilerek yenen yiyecekler güvenli bir şekilde hazırlanmalı ve buzdolabında uygun sıcaklık ve sürede saklanmalıdır.
- Açıkta satılan gıda maddeleri kesinlikle alınmamalı ve tüketilmemelidir.
- Gıda maddelerinin etiketlerinde Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nın üretim izni, üretim ve son kullanma tarihlerinin bulunmasına dikkat edilmelidir.
- Kabuklu deniz ürünleri temiz yerlerden temin edilmelidir.
- Kişide karın ağrısı, ishal ve kusma belirtileri ortaya çıkarsa hekime başvurmalıdır. Kişiler hasta oldukları dönemde bulaştırıcı olduklarından kişisel korunma yöntemlerine özen göstermelidirler

Varis sıcak sever(!)

Sıcaklarla birlikte damarlar genişlediği için varis şikayetleri artar. Güneşte fazla kalmayın, soğuk suyla masaj yapın...

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kürşat Bozkurt, sıcaklarla birlikte varis şikayetlerinin arttığına işaret ederek, önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Bozkurt, yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'de 5 milyon varis hastası bulunduğunu belirterek, varisin kadınlarda erkeklerden daha sık görüldüğünü kaydetti. Yaşla birlikte varis görülme olasılığının arttığına işaret eden Bozkurt, sürekli masa başında ve ayakta çalışanların risk altında bulunduğunu bildirdi. Bozkurt, "Sıcaklarla birlikte damarlar genişlediği için varis şikayetleri artar. Yani varis sıcak sever. Bu nedenle güneşte fazla kalmayın, sauna ve SPA merkezlerinden uzak durun. Uzun süre sabit oturmaktan kaçının. Sabah ve akşam duşta soğuk suyla varisli bölgeye masaj yapın" dedi.


Bunun yanı sıra varislere karşı alınabilecek önlemler hakkında da bilgi veren Kürşat Bozkurt, "Kilonuzu kontrol altında tutun, düzenli egzersiz yapın, uzun süre sabit pozisyonda kalmayın. Koruyucu varis çorabı kullanın, her fırsatta bacağınızı yüksekte tutun ve çok yüksek topuklu ayakkabılardan kaçının" tavsiyelerinde bulundu

İYOT YETERSİZLİĞİ HASTALIKLARININ ÖNLENMESİ VE TUZUN İYOTLANMASI PROGRAMI

İyot, insan vücudunda çok az bulunan, normal büyüme ve gelişme için gerekli temel maddelerden biridir. İyot tiroid hormonlarının sentezi için insanlarda gerekli temel bir öğedir.

İyot eksikliği önlenebilir zeka geriliğinin en önde gelen nedenlerinden birisidir.Kişiyi anne karnından başlayarak tüm yaşamı boyunca olumsuz olarak etkileyen bir hastalıklar bütünüdür.

İyot yetersizliğinin en olumsuz ve yıkıcı etkilerinin gözlendiği risk grupları, doğurganlık çağındaki kadınlar, gebeler, bebekler ve çocuklardır.Bebek ve çocuklarda büyüme ve gelişme geriliği , zeka düzeyinin akranlarına göre en az 13.5 puan daha düşük olması , öğrenme yeteneği ve okul başarısında azalma , gebelerde düşük ve ölü doğum riskinde artma ve her yaşta guatr iyot yetersizliğinin oluşturduğu önemli sağlık problemlerinden sadece birkaçıdır.

Sağlık Bakanlığı 1994 yılında İyot Yetersizliği Hastalıkları ve Tuzun İyotlanması Programını başlatmıştır.1998 yılında Türk Gıda Kodeksinde sofra tuzlarının iyotlu olarak üretilmesi yasal zorunluluk haline getirilmiştir.

Ülkemizde toprak erozyonu, sel baskınları gibi nedenlerle su ve toprakta iyot yeterince bulunmamaktadır. Dolayısıyla da bu topraklarda yetişen besinlerden de vücudun ihtiyacı olan iyot yeteri kadar alınamamaktadır. İYOT Yetersizliği Hastalıkları ülkemiz için önemli bir halk sağlığı sorunu olarak devam etmektedir.
İyot Yetersizliği Hastalıklarından korunmak için, sofranızda iyotlu tuz kullanın ve Satın aldığınız iyotlu tuzun İYOT içeriğinin korunması için:
-Koyu renkli ve kapaklı kavanozlarda koruyunuz.
-Serin ve kuru yerde saklayınız.
-Güneş ışığından uzak tutunuz. -Eğer tuzunuzu kendi torbasında saklayacaksanız naylon torbanın ağzını mutlaka kapalı tutunuz.
http://www.isparta.saglik.gov.tr

YAPAY TADLANDIRICILAR

Günümüzde ABD'de onaylanan 3 çeşit enerji içermeyen yapay tatlandırıcı vardır. Diğer tatlandırıcılar üzerindeki araştırmalar ise halen sürüyor

Vücudumuzun başlıca enerji kaynağını oluşturan karbonhidratlar sınıfında yer alan şeker vazgeçemediğimiz tatlardan biridir. Şeker ve şekerli gıdaları aşırı miktarda tüketmek ise bu besinlerin yüksek enerji değerleri nedeniyle obezitenin en önemli nedenlerinden biridir. Ayrıca obeziteyi takip eden şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp - damar hastalıkları da unutulmamalıdır. Diş çürüklerinin de altında yatan en önemli neden şüphesiz şekerli besinlerin çok tüketilmesidir.

Özellikle obezite ve şeker hastalığı gibi durumlarda şeker tüketimi sınırlandırılmakta, şekerin yerine kalorisi düşük veya olmayan bazı yapay tatlandırıcılar kullanılmaktadır. Enerji vermeyen bu tatlandırıcılar aynı zamanda besleyici değeri olmayan, çok düşük kalorili veya alternatif tatlandırıcılar olarak da bilinmektedir.

Tatlandırıcılar tek başına veya besinlerin içinde kullanılmaya başlanmadan önce Besin ve İlaç Örgütü (FDA) tarafından yoğun olarak test edilmektedir. Her şeyden önce iyi bir tatlandırıcı nasıl olmalı derseniz, şeker gibi ağızda tatlı tat bırakmalı, herhangi bir şekilde ağızda acı - metalik tat bırakmamalıdır. Kolay çözünmeli ve çözündükten sonra renksiz, kokusuz, ısıya dayanıklı, kalorisi düşük olmalıdır. Tatlandırıcılar iki gruba ayrılmaktadır.

1 Enerji içerenler Fruktoz, Sorbitol, Mannitol, Ksilitol


2 Enerji içermeyenler Aspartam, Asesülfam-K, Sakarin, Siklamat

Günümüzde ABD'de onaylanan 3 çeşit enerji içermeyen yapay tatlandırıcı vardır. Bunlar aspartam, sakarin ve asesülfam K'dır. Diğerleri hakkındaki araştırmalar ise beklenmektedir. FDA tarafından onaylanan sukralaz, alitama ve siklamat için ise araştırmalar mevcuttur.
Hangileri ölçülü alınmalı? Sorbitol günlük alım miktarı 30 gramı geçtiğinde hazımsızlığa ve ishale yol açabilir. Ağızda metalik ve acı bir tat bırakan sakkarin 19 yy sonlarında 'toluen'den sentezlenmiştir. FDA, 1977'de yüksek dozda sakarin alımının hayvanlarda üriner sistem tümörlerine neden olduğu ortaya çıkınca insanlarda sakarin kullanımının kanser ile ilişkisi olabileceği riski nedeniyle kullanımı yasaklamıştır. Fakat daha sonraları Amerikan Tıp Konseyi, kısıtlı kullanımın (2,5 mg / kg / gün) sağlık üzerine güvenli olabileceğini bildirmiştir. Yine araştırmalarda sakarinin zararsız olmadığı, epitel dokuda yapısal değişikliklere neden olabileceği bulunmuştur. Aşırı siklamat alımı diareye neden olmaktadır.


BUNLARI UNUTMAYIN!
Yapay tatlandırıcılar gebe ve emziklilik döneminde önlem olarak önerilmemektedir. Küçük çocukların beslenmelerinde kullanılmamalıdır. Dengeli ve yeterli beslenen iki yaşından büyük çocukların beslenmelerinde ise bu tatlandırıcıları içeren besinler belirli miktarlarda kullanılabilir. Aspartam içeren tatlandırıcıları fenilketonüri hastaları kullanmamalı. Bir tatlandırıcıyı yeni kullanmaya başlıyorsanız denemeye az miktarlarla başlanması daha sağlıklı olacaktır. Günde 25 adedi asla geçmemelidir. Tablet yapay tatlandırıcılar, yüksek ısıda acı tat meydana getirdiğinden ateşten indirdikten sonra besine eklenmesi ise daha doğru olacaktır.

TAYLAN KÜMELİ / bir kibrit kutusu lezzet

POLİOMYELİT VİRÜSÜ

Çocuk felci, poliomyelit poliomyelitis veya polio isimleri ile bilinen hastalık, poliovirus adı verilen bir virüs tarafından meydana getirilir ve sinirler ve kaslar da dahil olmak üzere tüm vücudu etkileyebilir.

Şiddetli hastalık durumunda sürekli felç veya ölüm meydana gelebilir. Polio bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalık etkeni virüsün bulaşması hastalıklı kişiye doğrudan temasla, hastanın ağız ve burnundan çıkan sıvılarla veya hastalıklı kişinin virüs içeren dışkısı ile temasla olabilir.


Virüs ağız veya burun yolu ile sağlam kişinin vücuduna girer, boğazda veya sindirim sisteminde yerleşerek çoğalır ve kan ve lenf damarları aracılığı ile vücuda yayılır. Hastalığın kuluçka süresi ortalama 7-14 gündür 5-35 gün arası.

Riskli Durumlar
- polio aşısının yapılmaması
- polio salgını olan bölgeye yolculuk yapmak
- hamilelik
- çok yaşlı veya bebek olmak
- ağız, burun veya boğazda yaralanma meydana gelmesi diş tedavisi, bademciklerin alınması
- virüsü aldıktan sonra bağışıklık sistemimizi bozacak anormal bir stres meydana gelmesi duygusal veya fiziksel
Çocuk felci dünya çapında görülen bir hastalıktır. Ancak aşılamaya yeterli özen gösteren ülkelerde nadiren gözlenir. Yaz ve sonbahar aylarında daha sık gözlenir. Kızlarda daha sık gibi görülmekle birlikte felçler erkek çocuklarda daha sık gözlenir. Salgınlar aşılamanın yapılmadığı bölgelerde gözlenir. 1840 ile 1950 li yıllar arasında poliomyelit dünya çapında salgınlara neden olmakta idi.


Korunma
Polio aşısı, yapıldığı insanların hemen hepsini hastalıktan korumaktadır. Koruma oranı 90 ın üzerindedir.
Ülkemizde bebeklerde 2, 3, 4 üncü aylarla 16-24 ay arasında ve ilkokul 1.inci sınıfta yani toplam 5 defa oral polio aşısı yapımaktadır Aşı Takvimine bakınız.


Belirtiler
Polio mikrobu alındıktan sonra gelişebilecek hastalıklar 3 temel grupta incelenebilir: polio belirtileri oluşmayan hastalık, felce neden olmayan hastalık ve felç gelişen hastalık. Hastaların 95 inde polio belirtileri gelişmeyen hastalık meydana gelir ve fark edilmeden atlatılır. Diğer iki grupta merkezi sinir sistemini etkilenir. Polio belirtileri gelişmeyen hastalık atlatıldıktan sonra diğer grup hastalıklar ortaya çıkabilir.


1 Polio belirtileri oluşmayan hastalık:
- aşağıdaki belirti olmayabilir veya belirtiler 72 saat ve altında ortadan kaybolur.
- hafif ateş
- başağrısı
- genel bir rahatsızlık hissi
- boğazda yanma
- boğazda kızarıklık
- kusma


2 Felce Neden Olmayan Polio
- aşağıdaki şikayetler 1-2 hafta sürebilir
- orta dereceli ateş
- başağrısı
- boyun sertliği ense sertliği
- kusma
- ishal
- aşırı yorgunluk, halsizlik
- huzursuzluk
- sırt, kol, bacak, boyun ve karında ağrı ve sertleşme
- herhangi bir bölgede kas spzmları ve hassasiyet
- ense ağrısı boyun ağrısı
- ciltte kızarıklıklar


3 Felç Gelişen Polio
- diğer belirtilerden 5-7 gün önce ateş görülür
- başağrısı
- sırt ve ense sertliği
- kas zayıflığı simetrik değildir gelişir ve felce doğru ilerler
- felç, omuriliğin tutulduğu yere göre değişiklik gösterir.
- bazı bölgelerde dokunma hissinde değişiklik
- dokunmakla bazı yerler ağrır/acır
- idrar yapma zorluğu
- kabızlık
- karında şişlik hissi
- yutma zorluğu
- kas ağrıları
- özellikle sırt ve boyunda kas spzmları ve kasılmaları
- ağızdan salya sıvı gelmesi
- solunum güçlüğü
- duygusal kontrol güçleşir
- Babinski refleksi pozitif hale geçer


Testler
Muayene ile beyin zarlarının etkilendiğine dair bulgular saptanabilir.
Boğaz çalkantı sularında, dışkıda ve beyin omurilik sıvısında BOS yapılacak analizlerle virüsün varlığı saptanabilir. BOS analizi normal olabilir veya basıncında, protein ve beyaz küre miktarında hafif artış saptanabilir.


Tedavi
Enfeksiyon geçirilirken, tedavinin amacı şikayetleri kontrol altında tutabilmektir.
Şiddetli hastalarda özel uygulamalar gerekebilir solunum desteği gibi.
Şikayetlere ve şikayetlerin şiddetine göre tedavi yöntemi değişir, ancak amaç şikayetleirn giderilmesidir.
Aktivite sadece kas zayıflığı döneminde ve geçici olarak kısıtlanır. Kas ağrıları için ısı uygulanabilir. Kasların güçlendirilmesi amacı ile destek uygulamaları ve tedaviler denenebilir.


Sonuç
Beyin ve omuriliğin tutulmadığı durumlarda hastalıın tamamen düzelme olasılığı 90 ın üzerindedir.
Beyin veya omuriliğin tutulması acil bir durumdur ve felç veya ölümle sonuçlanabilir. Ölümler genelde solunum güçlüğünden meydana gelir.
Felç, ölümden daha sık olarak gözlenir.
Polio sonucunda, akciğer ödemi, şok, felç, aspirasyon pnömonisi yutmaya bağlı gelişen zatüre, hipertansiyon, idrar yolu enfeksiyonları, böbrek taşları, paralitik ileus barsak hareketlerinin ortadan kalkması, kalp kası iltihabı myokardit gelişebilir
Kaynak :
http://www.hekimce.com/konu.php?konu=190

19 Ekim 2007 Cuma

KANSERİN EN ÇOK SEVDİĞİ YİYECEK

Kanserin hücrenin yanlış beslenmesinden ortaya çıktığını biliyor muydunuz? Üstelik bunu da en çok sevdiği yiyeceği bol bol tüketerek kendimiz yapıyoruz.
Nasıl mı?
Kanser en çok neyi sever?
Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel ödülü kazandırmıştır.


Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz - anaerobik-hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.
Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır? Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar;
Kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.


Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur. Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha fazladır.


Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:
Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır.Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa... Proteinlerden şeker Bu ziyan sendromuna kaşeksi denir.
Kaşeksi vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) 'glükoneogenez (yeniden glükoz yapımı)' işlemiyle, şeker elde etmesidir.

Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?

Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar) çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür.

Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü şeker kanseri beslemektedir.

Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır.

Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir. Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri,beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!!!!

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir. Kaşeksili hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir 'akıllı bomba' üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir.

Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin! Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu,yapılan araştırmalarla kanıtlandı.

Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine 'Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır.' ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.
( Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).
Prof. Dr. Ahmet Aydın:
Şekerli gıdalar nasıl kansere neden olur? Aslında Nobel Tıp Odülünü alan Alman Otto Warburg yıllar önce (1931) kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizmasının olduğunu (oksjenli metabolizma yerine oksijensiz metabolizma) ve şekerin kanserli hücreleri beslediğini göstermiştir (1)

Aşırı şekerli gıdalar yemek insülin direncine yani hiperinsülinizme yol açar. Hiperinsülinizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF) bağlayıcı protein-1 ve -2 (IGFBP-1 ve IGFBP-2) sentezini azaltarak serbest IGF-1 düzeyini artırır. Serbest IGF-1 hemen hemen bütün dokular için potent bir mitojeniktir.

Yani hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden olur (2-4). Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı? İngiltere'de 1815 de 5 kg civarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970de 50 kg'ın üzerine çıkmıştır (5). 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litredaha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.*
Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.
Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;

Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.

Bol taze sebze ve meyve yiyin
Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin. Mümkünse manda sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin
Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!)
Streslerden uzak durun
İyi uyuyun.
Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durum.
D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
Yeteri derecede egzersiz yapın
Alkol kullanmayın
İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen ihtiva eder.
Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı

Kaynak: International Wellness Directory

18 Ekim 2007 Perşembe

-Bin yılın mucizesi sarımsak..-

Doğada insan yaşamının sırları gizlidir.
Bunlardan birisi de sarımsak.
Bir diş sarımsak, bir hayat kurtarabilir.
Çoğu bilim adamının birleştiği nokta sarımsağın mükemmel biyoaktif bileşikler içerdiği yönündedir.

Sarımsakla ilgili son haber şöyle:


“Sarımsak yenince nefeste oluşan kokuya yol açan bir kimyasal maddenin, vücudu yüksek tansiyon ve kalp krizinden koruduğu ortaya çıktı."

ABD'nin Alabama Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, sarımsaktaki "allisin" maddesinin hidrojen sülfatta parçalandığını ve bunun da nefesin ve derinin kokmasına neden olduğu belirlendi. Araştırmacılar, bu kimyasal maddenin ayrıca damarların genişlemesini sağlayarak, yüksek tansiyonu düşürdüğünü tespit ettiler.

Araştırmanın başında yer alan Dr. David Kraus, sarımsaklı gıdalarla beslenmenin yararlı yanlarının hidrojen sülfat aracılığıyla ortaya çıktığını belirtti.” (Onpunto.com)

Her güzelin bir kusuru vardır derler, sarımsak ve soğanın "Beni yeme" diyen kokusu ve acısına aldanmamak lazım.Son araştırmalar kokunun da yararını ortaya çıkardı.

Gerçekten sarımsağın ne denli yararlı olduğunu biliriz de “Ah şu kokusu olmasa” deriz. “Sarımsağı gelin etmişler, 40 yıl kokusu çıkmamış” diye bir deyiş var halk arasında. Ama son haberdeki araştırmadan görünüyor ki, bu kokunun da yüksek tansiyon ve kalp krizine karşı olumlu önleyici etkisi var.


Zaten çevredeki herkes yerse koku fazla algılanmayacaktır.

Sarımsak tabletleri de piyasaya sürülmüş durumda. Bunlar kokusuz ama anlaşıldığı kadarıyla bu kez kokunun tedavi edici etkisi eksik kalıyor.

“Bin yıllık mucize” diye başladım, neden?

1943 yılında Dr. Hafız Cemal tarafından yazılan “ Lokman Hekimin Ye Dediği Şifalı Bitki Sarımsak “ adlı kitaptan alınan sarımsağın faydaları kısmını aynen sunmak istiyorum.

1. İlk çağda Mısırlılar, Araplar, Türkler ve Yunanlılar sarımsağı çok kullanmışlardır. Milattan 4 - 5 bin yıl önce Mısır’da yapılan büyük ehramların içinde sarımsağın resmi ve adı yazılmış taşlar bulunmuştur.
2. Romalılar muharebeye giden askerlerine neşeceat ve cesurluk vermek için bol bol sarımsak yedirirlerdi.
3. Grip salgını sırasında bol sarımsak yiyen gripten korunur.
4. Sarımsak birinci sınıf derecesine yakın bir kuvvette antiseptiktir, mikropları uyuşturur, hatta bir çoğunu telef eder.
5. Sarımsak kanı temizler.
6. Sarımsak kan deveranını, damarlarda dolaşımını düzgün yapar.
7. Sarımsak romatizmalılara şifa verir.
8. Çok sarımsak yiyenler sağlam ve uzun ömürlü olurlar.
9. Nefes darlığına astıma iyi gelir.
10. Eski hekimlerin çoğu sarımsağı solucan düşüren ilaç olarak methederlerdi.
11. Sızlayan dişetlerine ara sıra sarımsak sürülürse fayda verir.
12. İnsan her gün bir baş sarımsağı yerse kanser hastalığına yakalanmaz diyen bazı hekimler vardır.
13. Sarımsak troid denilen çok önemli bir bezin faaliyetini artırır.
14. Yılan, akrep, kırkayak gibi zehirli hayvan ve böcek ısırmalarından husule gelen yaralara sarımsak yağı sürülürse çok fayda verir.
15. Sinirlilikten , zayıflıktan, ve ayyaşlıktan ileri gelen el veya ayak titremelerine karşı sarımsak çok fayda verir.
16. Akşam yemeğinde bolca sarımsak yiyen geceleyin rahat uyur.


Anavatanı Hindistan olan sarımsağı, Sümerler’in de ilaç olarak kullandıkları arkeolojik kayıtlarda yer alıyor. Tarihçi Heredot, Mısır Piramitlerini yapan işçi ve kölelere hastalıklardan korunmaları, sağlıklı ve diri kalmaları için sarımsak verildiğini yazar. Romalı savaşçılara sarımsak yedirilmiştir. İlk tıp bilginlerinden Hipokrat bu bitkiyi terletici ilaçlar sınıfına sokmuştur.

En çok Kuzey Afrika, Orta ve Güney Avrupa, ABD ve Meksika’da yetiştirilir. Sarımsak ülkemizde 12.yy dan bu yana yetiştirilmektedir.

Sarımsak bitkisi Liliaceae ( Zambakgiller ) familyasındandır ve Allium sativum tür adı ile bilinir.

Eskiler yılan akrep sokan, kuduz hayvan ısıran kişilerde yara üzerine ezilmiş sarımsak sararlarmış. Özellikle kimyasal antiseptiklere oranla sarımsak yağının avantaj ve dezavantajları araştırılabilir.
Bazı kayıtlar cinsel aktiviteyi artırdığını ve eskiden kısırlık tedavisinde kullanıldığını belirtmekteler. (Bunca sıralananlar içinde sarımsak tüketiminde belki de en etkili bu olabilir)

Sarımsakta özel ve keskin kokulu uçucu bir yağ, şekerler,fermentler, protein, fosfor, demir ile A, B, C Vitaminleri bulunur.

SARIMSAĞIN İÇERİĞİ ( 100 gr. )

Kalori................................ 136 kkal
Protein............................... 6,1 gr
KH ................................... 27,5 gr
Yağ .................................... 0,1 gr
Su .................................... 64 gr
Kolesterol ......................... 0
Kalsiyum .......................... 38 mgr
Fosfor................................ 134 mgr
Demir ................................ 1,4 mgr
B1 Vit ................................ 0,2 mgr
B2 Vit................................ 0,08 mgr
Niasin ................................ 0,6 mgr
C-Vit ................................ 14 mgr


SARIMSAĞIN TIBBİ AÇILIMI

Farmakolojik Etki Etkiye Neden Olan Olası Bileşik

Antikoagulan ................................... Ajoen
Hipotansif ....................................... Selenyum – Germanyum - Allicin
Antiparazitik ................................... Allicin – Aliin - Ajoen
Antibakteriyel ................................. Alicin – Aliin
Antimikotik ..................................... Allicin – Aliin – Ajoen
Antiviral .......................................... Allicin – Ajoen
Hipolipemik .................................... Dialil –disülfür
Ağır metal zehr ............................... selenyum-alil merkaptan- germanyum
Antikanserojen .............................. Dialyl-disülfirler, allicin, ajoen, S-allylcysteine, selenyum, germanyum,
Antioksidan ...................................... organosulfür bileşikeri ( DAS, DADS,SAC, SEC, NAC ), selenyum, germanyum
Hücresel bağışıklık ......................... germanyum, selenyum, çinko, allicin
Bütünleyici etki .............................. Mg ve Ca
(Biyokimya.8m.net)

Öte yandan herhangi bir rahatsızlıkla karşı karşıya olanlar, tek çare olarak tıbbi bitkilerle yetinmemeliler. Doktor kontrolünü ihmal etmesinler.


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tekin Akpolat sarımsak ya da diğer bitki tedavisinin, Hekimin verdiği tedavi programını aksatmamak kaydıyla uygulanabileceğini söylüyor.

17 Ekim 2007 Çarşamba

Adet öncesi sendromu önemseyin!

Her 4 kadından 3'ünde bedensel- ruhsal belirtiler veren adet öncesi sendrom aile saadetini ciddi biçimde etkiliyor. İş ve sosyal hayatı da bozan sendrom mutsuzluk, sinirlilik ve kilo artışı yapıyor.

Prof. Dr. Oğuz E. Berksun, adet öncesi sendromun (Premenstrüel Sendrom), aile saadetini ciddi bir biçimde etkilediğini ve evli çiftleri boşanmalara neden olabilecek çatışmalara sürüklediğini belirtti. Sosyal Psikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Oğuz E. Berksun, pek çok kadında adet öncesi günlerde, bedensel ve ruhsal belirtilerle ortaya çıkan ''Adet Öncesi Sendrom''un daha hafif biçimine ''adet öncesi gerginlik'', ağır biçimlerine ise ''premenstrüel disforik bozukluk'' dendiğini anlattı.


20-40 YAŞA ARASI ETKİLİ
Sendromun, adet öncesi günlerde veya son hafta içerisinde belirginleşen sıkıntı, bunaltı hali, hayattan zevk almama, keyifsizlik, mutsuzluk, ağlama, sinirlilik, iştahta artma, eklem, kas ve baş ağrıları, yorgunluk, vücutta sıvı tutulmasına bağlı kiloda artma, karında şişkinlik hissi, göğüslerde hassasiyet ve gerginlik şeklinde belirtiler gösterdiğini ifade eden Berksun, adet gören her 4 kadından 3'ünün bu sorunu yaşadığını bildirdi. Premenstrüel sendromun özellikle 20-40 yaşları arasındaki kadınları etkilediğini kaydeden Oğuz Berksun, ''Kadınların yüzde 2-10'unda bu belirtiler çok şiddetli olabiliyor ve ve premenstrüel disforik bozukluk adını alıyor. Adet öncesi dönemde kadınların yüzde 20'sinde ilaç tedavisi gerektirecek kadar belirti gösteriyor'' dedi.


GEÇİMSİZLİĞİN NEDENİ
Adet öncesi yaşanan gerginliğe bağlı ruh halinin, pek çok kadın için oldukça ciddi sorun oluşturduğunu anlatan Oğuz Berksun, bu sendromun kadının hem ev, hem iş, hem de sosyal yaşamını etkilediğini söyledi. Pof. Dr. Berksun, ''Premenstrüel sendrom, aile saadetini ciddi bir biçimde etkiliyor. Geçimsizlik yaşayan ailelerin neredeyse tamamında kadınlarda adet öncesi gerginlik oldukça şiddetli yaşanıyor'' diye konuştu.


ERKEKLER ANLAMIYOR
Prof. Dr. Berksun, erkeklerin ve kadınların bu sendrom karşısındaki davranışlarını da şöyle anlattı: ''Erkeklerin en nefret ettikleri durumlar, anlamlandıramadıkları, dolayısıyla kontrol edemedikleri durumlardır. Partnerlerinin adet öncesi gerginliklerinden de bu nedenle hoşlanmazlar. Çünkü onlara göre zaten anlaşılmaz olan kadınlar bu dönemlerde iyiden iyiye anlaşılmaz ve kontrol edilemez olmaktadırlar. Kadınlar mensturasyonlarını, kendi yakındıkları, ama eşleri yakınmaya başlayınca savundukları çocukları gibi görürler. Gizli gizli gurur duydukları çocukları... Günümüz kadınları mensturasyonları nedeniyle kendilerini zayıf, güçsüz, hissettikleri çağları geride bırakalı çok olmuştur. Yeni nesillerde bu dönem kadına doğurganlığını, dolayısıyla üstünlüğünü hatırlatan bir dönemdir.


KISIR DÖNGÜ
Adet, mutlu bir aile tablosu çizmesi beklenen kadına saçmalama hakkı tanır. Bu dönemde ortaya çıkan iştah artışı, anoreksik, kadını zayıf olmaya zorlayan dünyanın her yediğimizi boğazımıza dizen eleştirilerinden muaftır. Bir gece önce tartışma büyümesin diye kapatılan konuların hepsi özgürdür, istedikleri kadar büyüyebilir, yoldan sapabilirler. Adet öncesi dönemindeki bir kadın yoldan sapmak isteyen bir konuya seve seve rehberlik edecektir. Kısır döngü de burada başlamaktadır. Adet başladığında kadın rahatlamıştır ama bu sefer erkek önceki hafta alamadığı hıncının peşine düşecektir.


Alttan aldığı, almak zorunda kaldığı, anlamadığı, anlamadıkça sinirlendiği, haksızlığa uğradığını düşündüğü anların acısını çıkarma sırası ondadır. Bu dönem kazasız belasız atlatılsa, barış sağlansa bile kadının bir sonraki adet dönemine yine yalnızca bir hafta kalmış olur. Risk böylece sürüp gider.''

DAHA HASSAS VE ALINGAN YAPIYOR
Adet öncesi gerginlik durumlarının, eşlerin evlilik yıl dönümünü unutması kadar çatışma sebebi olduğunu belirten Prof. Dr. Berksun, bu dönemde değişen hormon dengesinin kadınları daha hassas ve alıngan yaptığını söyledi. Porf. Dr. Berksun, ''Evlilik çatışmaları, geçimsizlik nedeniyle merkezimize gelen çiftlerin hemen hepsi bu çatışmaların adet öncesi dönemde arttığını söylemektedirler'' dedi.


EVLİ ÇİFTLERE UYARILAR
Prof. Dr. Berksun, erkeklerin bu dönemlerde eşleri ile tartışmaya girmemesi gerektiğini söyledi ve evli çiftleri uyardı: ''Erkekler, eşlerine destek vermeli. Bu dönemlerde riskli konuların tartışılmasını ertelemeliler. Aksi taktirde kendilerini alınganlığın, karşılıklı suçlamaların ortasında bulurlar.”


AİLELER DE SORUNU YAŞIYOR
Adet öncesi sendromun tüm biçimleriyle toplumsal boyutta yaşanan bir sorun olduğunu anlatan Oğuz Berksun, ''Kadınların yüzde 80'i demek, ailelerin de yüzde 80'inin bu sorunu öyle ya da böyle yaşadığı anlamına gelir. İnsan ilişkileri açısından eşler arasında, kardeşler arasında, anne-baba ve adet görmeye başlamış kız çocuklar arasında yaşanan pek çok sorunda bu sendromu gözardı etmesinler” dedi. www.bugun.com.tr

Soğuk algınlığı deyip geçmeyin

Ani hava değişiklikleri ile birlikte soğuk algınlığı şikayetleri arttı. Öksürme şikayeti iki haftada geçmeyenler durumu geçiştirmemeli. Uzmandan ciddiye alınması gereken tavsiyeler.

Ani hava değişiklikleri ile birlikte soğuk algınlığı şikayetleri artarken, öksürme şikayeti iki haftada geçmeyen kişilerin mutlaka uzmana görünmesi gerektiği bildirildi.


OMÜ Tıp Fakültesi öğretim üyesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Meftun Ünsal, basit soğuk algınlıklarının ciddiye alınması gerektiğini söyledi. Kış aylarında üst solunum yolu enfeksiyonlarına çok sık rastlanıldığına işaret eden Ünsal, iyi bir tedaviyle bu rahatsızlıkların bir hafta içinde giderilebileceğine işaret etti.

''Basite alınan soğuk algınlıkları ciddi göğüs hastalıklarının habercisi olabilir'' diyen Ünsal, nefes darlığı, öksürük, balgam gibi rahatsızlıklara karşı duyarlı olunması gerektiğini vurguladı.
Ünsal, şunları kaydetti:

''Basit soğuk algınlığı gibi sanılan rahatsızlıklar, kronik bronşit, astım, zatürre gibi hastalıkların habercisi olabilir.”

Prostat çaresiz bir hastalık değil

Prostat tedavisinde denenmiş birçok yöntemden sonra keten tohumunun daha etkili olduğu konusun da görüşbirliğine varıldı.


ABD’nin Chicago kentinde düzenlenen 43. ASCO Kongresi’nde (American Society of Clinical Oncology), kanser tedavileri konusunda ilginç bilimsel araştırma sonuçları açıklandı. Kongreye katılan International Hospital Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Faruk Aykan, “Bilimsel bir araştırma sonucunda, keten tohumunun prostat kanseri tümörünün büyümesini yüzde 30-40 oranında yavaşlattığı, ginseng kökünü kullanan kanserli hastaların ise kendilerini daha iyi hissettikleri; bu kökün yorgunluğa karşı iyi geldiği saptandı. Halkın sık kullandığı “köpek balığı kıkırdağı ekstresinin” kanser tedavisinde yararının olmadığı belirlendi” diye konuştu.
Köpek balığı kıkırdağı ekstresi son yıllarda bir alternatif tedavi olarak halk arasında yaygın olarak kullanılıyor. Köpek balıklarında kanser görülmediği varsayımıyla ortaya çıkan bu tedavi, daha sonraları bu gözlemin yanlış olması nedeniyle eleştirilmeye başlanmıştı. ASCO 2007’de sunulan bir bildiri bu ektrenin işe yaramadığını ortaya koydu. ABD’de Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) desteği ile yapılan, 384 akciğer kanseri hastasını kapsayan büyük bir çalışmada, bu ekstrenin bir yararının olmadığı gösterildi.
Köpek balığı kıkırdağı ekstresini kullananlarda o Buna karşılık iki ayrı küçük çalışmada prostat kanserinde keten tohumunun tümör büyümesini yüzde 30-40 oranında yavaşlattığı, ginseng kökünü kullanan kanserli hastaların ise kendilerini genel olarak daha iyi hissettikleri bildirildi.
Karaciğer Kanserinde Hedefe Yönelik Tedavi
Ameliyat yapılamayan ileri evre karaciğer kanserinde yeni bir biyolojik, hedefe yönelik ilacın (Sorafenib) sağ kalımı yüzde 44 oranında artırdığı saptandı. Ağızdan tablet şeklinde alınan bu ilaç, geçtiğimiz yıllarda böbrek kanserlerinde etkili bulunmuş ve kullanılmaya başlanmıştı.
Karaciğer kanseri, dünyada en sık görülen kanserler arasında beşinci sırada yer alıyor. Erken evrede yakalandığında, tedavide karaciğer nakli ya da ameliyat gerekiyor. Ancak bu grup vakalar tüm hastaların sadece yüzde 30’unu oluşturuyor. Geride kalan büyük bir hasta grubunda, tümörün büyüklüğü, damarlara yakın olması, sağlam karaciğer dokusunun azlığı ya da sirozun eşlik etmesi gibi nedenlerle ameliyat yapılamıyor.
Prof. Dr. Faruk Aykan, bugüne kadar ameliyat şansı olmayan karaciğer kanseri vakalarında etkili bir ilacın olmadığını söyledi. Ancak “Sorafenib” etken maddeli ilacın bir dönüm noktası olduğunun kabul edildiğini belirten Prof. Aykan, “Gelecekte bu ilacın ameliyat sonrası koruyucu olarak kullanılması ya da ameliyat öncesi tümörü küçülterek operasyon olanağı sağlaması konularında araştırmalar planlanıyor” dedi.
Diyet ve Egzersiz, Tedavi Sonrası Nüksü Azaltıyor
Kongrede sunulan iki önemli çalışmada, kolon ve meme kanserinde diyetin önemini bir kez daha vurguladı. Ameliyat olmuş üçüncü evre kolon kanserli hastalar, kırmızı et, yağ, rafine gıdalar ve tatlılar yemeye devam ederlerse, daha temkinli beslenenlere göre (bol sebze, meyve, tavuk ve balık gibi) hastalıkları yaklaşık olarak 4 kat fazla nüksediyor! Böylece diyetin sadece kanser oluşumunu değil tedaviden sonra nüksleri de tetiklediği ilk kez kanıtlanmış oldu.
Kanser Kök Hücreden mi Çıkıyor?
Kanserin son yıllarda kök hücreden oluştuğu ciddi bir biçimde araştırılıyor. Temel bilim çalışmaları, kanser dokusunda, kanserleşmiş kök hücrelerini ayırarak, bunların tümörün hızlı çoğalmasında ve uzak organlara yayılmasında esas rol oynadığını ileri sürüyorlar. Bu hücreler kemoterapi ve radyoterapiye de direnç gösterip yaşayabiliyorlar. Bu görüşe göre, tedavilerin de esas olarak bunları yok etmeye yönelik olması gerektiği konusunda birleşiyorlar. Araştırmalar bu yönde hızla devam ediyor. www.ailem.com

Saçınız dökülüyorsa dert etmeyin

Bu mevsimde sonbahar yaprakları gibi saçlarınız da dökülüyorsa bu yazı size umut olabilir.


Prof.Dr. Adnan Görgülü, sonbahar aylarında saç dökülmesi şikayetiyle başvuranların sayısında artış olduğunu söyledi.


Bu dönemde görülen saç dökülmelerinin mevsimsel olduğunu belirten Prof. Dr. Görgülü, “Saçlarda görülen günde 100-150 tel dökülme normaldir. Bu dönemde iyi beslenemiyoruz. Sebze ve meyvenin azalmasından dolayı yeterince vitamin alamıyoruz. İnsanlar sonbaharda “saçlarım döküldü” diye üzülmesin. Bu doğal durumdur.
Sonbaharda dökülen saçların yerine, kış aylarında vücut soğuğa adapte olduğu için yenileri çıkmaya başlayacaktır. Çıkan yeni saçlar da ilkbaharda canlanarak, belirgin hale gelecektir'' dedi.

SAÇ SOĞANI DARALIYOR

Kış aylarında artan saç dökülmesi olduğunda bir cildiye doktoruna gitmekte fayda olduğunu belirten Prof.Dr. Adnan Görgülü “Sonbaharda saçlardaki dökülmeye kafa derisi altında içinde damar ve sinirlerin bulunduğu “saç soğanı” adı verilen kısmın daralması neden oluyor.

Soğukta her şey daralır. Sonbahar aylarında da havaların soğumaya başlamasıyla birlikte saç soğanı da daralır ve büzüşür. Saç soğanı eski ölçüsüne göre daha küçük olunca içindeki saçı besleyen damarlar da küçülür. Bu nedenle saç daha az beslenmiş olur. Bir süre sonra beslenme yeterli gelmeyince de saç dökülür” dedi.
www.bugün.com

'Bebeklere bal yerine pekmez yedirin'

Sağlık Bakanlığı, alerjen maddeleri içermesi nedeniyle bir yaşından küçük bebeklere bal yedirilmemesi gerektiğini açıkladı. Bakanlık bal yerine pekmez önerdi.

Sağlık Bakanlığı alerjen maddeler içerdiğinden bir yaşından küçük bebeklere bal yedirilmemesi gerektiğini açıkladı.

Bakanlık, "Bunun yerine besleyici değeri çok daha fazla ve demirden zengin olan pekmezin tüketilmesi daha sağlıklıdır" açıklaması yaptı.
Sağlık Bakanlığı, alerjen maddeleri içermesi nedeniyle bir yaşından küçük bebeklere bal yedirilmemesini önerdi.
Sağlık Bakanlığı, annelere, bebek beslenmesiyle ilgili birkaç püf nokta verdi. "Alerjen maddeleri içermesi nedeniyle bir yaşından küçük bebeklere bal verilmemelidir. Bunun yerine besleyici değeri çok daha fazla ve demirden zengin olan pekmezin tüketilmesi daha sağlıklıdır" diyen Bakanlık, böbrekleri henüz gelişmediğinden ve böbrek solid yükünü artırdığı için bir yaşına gelene kadar bebeklere tuz ve tuzlu gıdaların da verilmemesi gerektiğini bildirdi.
Bakanlık, "Şeker de boş kalori kaynağı olup, gelişmeye katkısı bulunmadığı ve yeme isteğini azalttığı için bebekler için uygun besinlerden değildir" açıklaması yaptı. Bebeklere ilk altı ayda sadece anne sütü verilmesini öneren Bakanlık, altı ayın sonunda uygun pişirme yöntemi kullanılarak hazırlanan balık ve yumurta verilebileceğini kaydetti. (anka)

Erken yaşlanmanın sırrı çözüldü

Erken yaşlanmadan korkanların yüzünü güldürecek bir haber.

Yeni Zelandalı bilim adamları tarafından yapılan araştırma balın yaşlanma etkilerini geciktirdiğini ortaya koydu.


Waikato Üniversitesi uzmanlarına göre düzenli olarak bal tüketenlerde erken yaşlanmaya sebep olan stres seviyesi düşüyor ve hafıza güçleniyor.

Bu etkinin balda bulunan güçlü antioksidanlar sayesinde olduğunu belirten bilimadamları "Arının mucizevi ürünü baldaki etki beyne ihtiyacı olan şekeri en doğal ve güçlü yoldan verdiği için, antioksidan etki en üst düzeye çıkıyor.

Bununla birlikte stres seviyesini düşürüp, insanı rahatlatan ve mutlu eden hormonların da işleyişi kolaylaşıyor. Bal sofralardan eksik edilmemesi gereken bir besin" yorumunu yaptılar. www.bugun.com.tr

Kolay kalori yakmanın 10 yolu

Tıp ilerliyor ve artık diyet yapmadan da kolay kilo vermenin yolları ortaya çıkıyor. Bunlar içerisinde en iyi örnek de hayat ve yeme tarzını değiştirerek kalori yakılabilmesidir.

Çoğu insanın en korkulu rüyası kilodur. Bunun için çeşitli diyetler uygulularız. Bunlar genelde gazetelerde veya dergilerde okuduğumuz, çevremizden duyduğumuz diyetlerdir. Bunların bir çoğu sağlığımıza zarar vermekten veya metobolizmamızı bozmaktan öteye gidemezler. Tabi ki konusunda uzmanlaşmış diyetisyenlerin hazırladıkları diyetler bu gruba girmiyorlar. Günümüzde tıbbın ilerlemesiyle birlikte, diyet yapmadan da kilo problemini ortadan kaldırmanın yolları ortaya çıkıyor. Bunlardan en önemlisi de hayat ve yeme tarzını değiştirmek. Hayat tarzını ve yeme alışkanlıklarınızı değiştirerek, para harcamadan ve güvenli bir şekilde kilo verebilebilir.

Hayat tarzını değiştirerek güvenli bir şekilde zayıflamanın 10 kolay yolunu senin için araştırdık.

1- Kilo almanın en önemli nedenlerinden biri yemek aralarında atıştırmaktır. Atıştıracağın zamanlarda su iç!
2- Buzdolabını boşalt. Böylece hem para harcamazsın hem de seni atıştırmaya iten neden yok olur!
3- Yeterince uyu. Böylece, yiyerek alacağın enerjiyi uyurken toplamış olursun!
4- Alkol, ekmek ve karbonhidratlardan uzak dur!
5- Mutlaka kahvaltı yap. Bu sana gün içinde harcaman gereken enerjiyi verecektir ve öğlen yemeğinde çok acıkmıyor olacaksın!
6- Öğün aralarında yemek yeme isteği doğduğunda, sevdiğin bir müziği dinle. Araştırmalara göre müzik dinlediğinde de sevdiğin bir yemeği yediğinde de beyninin aynı bölgesi uyarılıyor.
7- Ayakta hiçbir şey yeme!
8- Yeşil çay iç. Araştırmalar gösteriyor ki, yeşil çay içmek vücuttaki kalorilerin yakılmasında çok etkili. Günde 3 bardak yeşil çay içmeye çalış!
9- Yediğin şeye konsantre ol. Televizyon seyrederken, bir şeyler okurken ya da e-maillerine cevap verirken yemek yeme!
10- Asansör kullanmak yerine merdivenden çık! Modaxa

Mevsim meyvesi Ayva'nın yararları

Kış mevsiminin vazgeçilmez yiyeceği olan ayvanın kalbe ve mideye kuvvet verdiği, ağız kokularını yok ettiği ve kabızlığı giderdiği bildirildi.

Akdeniz ve Asya ülkelerinde yetişen ve 'kışın habercisi' olarak bilinen ayva meyvesinin çok olduğu zaman kışın ağır, az olduğu zaman ise hafif geçtiğine inanılıyor.


Türkiye'de birçok bölgede yetişen ayvanın kalp, akciğer, boğaz, mide, böbrek, göz, bağırsak, ağız rahatsızlıkları ve adet kanamalarına oldukça faydalı olduğu biliniyor. Soğuk iklimlerde yetişen bu meyve, sarı renkli güzel görünümü ve hoş kokusuyla dikkat çekiyor.


Satın alırken büyük, sert ve sarı olanların seçilmesi tavsiye edilirken, ayvanın özellikle kalbi ve mideyi kuvvetlendirdiği, ağız kokularını yok ettiği ve kabızlığı giderdiği uzmanlarca belirlendi.

Kurutulmuş ayva suda bekletilerek yapılacak şurup ile gargaranın boğaz iltihaplarına, çiçekleri bal ile karıştırılarak macun yapılırsa yemeklerden sonra alınmak suretiyle kalbe kuvvet verdiği ve zihni berraklaştırdığı ifade edildi.

Ayva çekirdeğinin ise göğüs tıkanıklığında, öksürük tedavisinde, ekzema tedavisinde, deri çatlaklarını gidermede kullanıldığı kaydedildi. Ayvanın iyi geldiği hastalıklar şunlar: "İshal ve dizanteriyi keser. Mide ve bağırsakları kuvvetlendirir. İnce bağırsak iltihabını giderir. Kanı temizler. Karaciğer tembelliğini giderir. Safra akışını sağlar. Çarpıntıyı dindirir. Kadınlarda görülen beyaz akıntıyı keser. Bronşit, müzmin öksürük ve veremde faydalıdır. Ağızdan su gelmesini ve kan kusmayı önler. Vücudun gelişmesine yardım eder. Merhem yapılarak kullanıldığı takdirde; el ayak ve meme ucu çatlaklarını, yüz ve boyun kırışıklıklarını giderir. Egzama kaşıntılarını ve basur memelerinin doğurduğu şikayetleri giderir. Kabızlık çekenler ve tansiyonu yüksek olanlar yememelidir".
(İHA)

Kolesterolün ilacı kuru fasulye

Türklerin geleneksel yemeği kurufasulyenin kolestrole iyi geldiği ortya çıktı. Amerikan Diyetisyerler Birliği, kurufasulyenin faydalarını anlatan bir rapor hazırladı.

Ekim ayını kolesterole karşı bilgilendirme kampanyalarına ayıran ABD'deki Diyetisyenler Birliği, kuru fasulyenin kolesterol düşürücü özelliğini anlatan bir rehber hazırladı. Rehberde, haftada üç porsiyon kuru fasulye yemenin kolesterol düzeyini düşürdüğü belirtiliyor. Arizona Üniversitesi'nin araştırması, kuru fasulyenin düzenli yenmesinin, vücuttaki kolesterolü yüzde 8 oranında azalttığını ortaya koydu. Toronto Üniversitesi'nin yaptığı bir diğer araştırmada ise bu etkinin yüzde 30'lara ulaştığı bulgulandı. Sabah

Vitamin içerikli kremler sizi yanıltmasın

Kullandığınız kremlerin içerdiği ,vitamin ve mineraller vücudunuz da ne kadar işe yaradığını biliyor musunuz?

Günümüz kozmetiklerinde vitamin içerikli olanların oranı, yapılan bir istatistikle 1991 yılından sonra 3 kat artmıştır. Sağlıklı bir cilt için yeterli oranda nemlendirilme, güneşten korunma ve sağlıklı beslenmenin önemi inkar edilemez.


Günlük vitamin ihtiyacını yiyeceklerden veya multivitamin ilaçlarından almak yeterli gibi görünmekle birlikte kremlerin içindeki vitaminlerin etkisi, amaca uygun olanı seçildiğinde memnun edicidir.

Bunun yanında tüketicileri bu yönde yanıltan gizli faktörler bulunmaktadır. Bunların başında kreme konulan vitamin cildin vitamin ihtiyacını karşılamak yerine kremin stabilitesini korumak amacıyla kullanılması gelmektedir. Maalesef üreticiler bu konuda tüketiciyi yanıltan reklamlardan kaçınmamaktadır.

A VİTAMİNİ:
Yağda çözünen bir vitamindir, bu nedenle yağlı kremlerde kullanılır. Isı ve ışığa duyarlıdır ve güneşten koruyucu, güneş sonrası kremlerde etkisi şüphelidir. Güneş yağında kullanılması ciltte oluşacak turuncu-kahverengi bronz renk içindir. Ciltte deri bütünlüğünü sağlamak özelliği vardır, ancak antioksidan özelliği sadece kremin stabilitesini korumak yani bozulmasını engellemek içindir.

E VİTAMİNİ:
Antioksidan özelliği nedeniyle erken yaşlanmanın engellenmesi, kansere karşı kullanımı, derinin yumuşak bir görünüm alması ve A vitamininin aksine gebelerde de kullanılabilmesi nedeniyle birçok kremin içeriğinde vardır. Bununla birlikte krem şeklinde deriye sürüldüğünde antioksidan özelliğinin derideki miktarı ve etkisi kanıtlanmamıştır.

C VİTAMİNİ:
Kozmetik açıdan kullanım amacı, yara iyileşmesindeki iyi etkileri, antioksidan özelliği, kollajen sentezini artırarak kırışmayı azaltma etkileri, anti kanser ve özellikle melanoma karşı koruyucu etkileridir. Bu vitamin reklamlarda görülen cilt solgunluğunu ve bozukluğunu düzeltme etkileri pek inandırıcı değildir çünkü suda çözünen bir vitamin olması nedeniyle, ciltte çok kısa süre kalabilmektedir ve bu da yetersizdir.

B VİTAMİNİ:
B8-H vitamini-Biotin,Bu vitaminlerin yokluğunda ciltte kuruma saç ve tırnak kurumaları ve kırılmaları oluşur. Şampuanlarda çok sık kullanılır,ancak bu şekilde saç köklerine ulaşması mümkün görünmemektedir.

B5 VİTAMİNİ (PANTENEOL):
Pantenol, yunancada ‘her yerde bulunan’ anlamındadır ve eksikliği nadirdir. Bu maddenin tüylerin büyümesine etkisi önemlidir,ancak kullanılan ürünlerle saç köklerine ulaşması zordur.
FATİH ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ DERMATOLOJİ ANABİLİM DALIailem dergisi

10 Ekim 2007 Çarşamba

Likapa Kullanım Alanları

Likapa, antioksidan madde içeriği en yüksek bahçe bitkisidir. Çok farklı amaçlar için kullanılmaktadır.
Taze meyve olarak
Meyve suyu olarak, tek başına veya diğer meyve sularıyla kokteyl yapılarak.
İlaç sanayisinde, kuru meyvesi, çiçek, kök ve yaprakları
Süt ve süt ürünleri teknolojisinde, dondurma, yaban mersini içeren süt veya yoğurt
Kurumeyve teknolojisinde
Meyveli ekmek, çörek, kek, puding ve pastalarda
Baharat sanayisinde
Meyve salatalarında
Reçel, marmelat ve konserve sanyisinde
Çay, kuru yaprağı ve kuru meyvesi
Diyet mönülerinde

http://www.biriz.biz/rize/likapa/index.htm

Besin Değeri ve Sağlık Açısından Önemi

.Bir bardak likapa meyvesi 145 gram gelmektedir ve 21 gr karbonhidrat, 1 gr protein, 0.5gr yağ, 19mg C vitamini, 145 IU A vitamini 85 kalori içerir.
.100 gram yenilebilir yaban mersininin
%83'ü su, %0,7', si protein, %0,5'i yağ, %15'i karbonhidrat, %1,5'uğu lifdir.
62 kalori sağlar.
.Adet kanamalarını düzenleyen bir meyve olarak tavsiye edilmiştir.
.Ağız, deri ve üriner sistem enfeksiyonları
.Anti kanserojen ve antioksidant (damarlarda yağ birikimini engelleme) özelliğine sahiptir
.Aşırı kanamayı durdurma
.Bağırsak metabolizmasını düzenler
.Damar hastalıkları
Rn güvenilir kullanım alanlarından birisi de damar hastalıklarıdır. Bu hastalıklara kılcal damar çatlamasıda dahildir. Zayıf kılcal damarlar çatlayabilir. Bu durum ise sık sık tekrarlanan bere, morluk, çürük ve eziklere neden olur. Zayıf kılcal damarlar ise zayıf kan dolaşımını ve bağ dokusunu akla getirir ki bu durum artrit yada mafsal iltihabı gibi rahatsızlıklarla yakından ilgilidir. Yabanmersini meyvelerinde bulunan antosiyanidin kılcal damarları, serbest radikal saldırısından koruyarak onların kuvvetlenmesine hizmet ederken aynı zamanda sağlıklı bağ dokusu ve yeni kılcal damar oluşumuna da katkıda bulunur. Yabanmersini meyve ekstresi, damar sertliği için bir risk faktörü olan parçalanmış kan hücrelerinin atardamar çeperlerine yapışmasını da azaltmaktadır. Bunun yanında, Damar sertliği riskini de azaltır.
.Gece körlüğünü ortadan kaldırır
2. Dünya savaşı sırasında İngiliz Hava Kuvvetleri pilotlarının doktorların önerisiyle bol miktarda yaban mersini reçeli yiyerek gece uçuşlarına çıktıklarını ve yorgun gözlerini dinlendirdiklerini kayıtlardan biliyoruz. Pilotlar, yabanmersini reçeli yedikten sonra gece uçuşlarına çıktıklarında gece görüşlerinde bir düzelme ve iyileşme hissettiklerini sık sık rapor ediyorlardı.
.Avrupa ve Amerika’da yabanmersini preparatları gece körlüğü ve diyabetik retinopati ve zayıf kan dolaşımını artırmak için kullanılmaktadır. Almanya’da ise ayrıca, ishal durdurucu olarak da kullanılmaktadır.
.Göz yorgunluğunu giderir, miyopluk ve şeker hastalığınından kaynaklanan görme bozukluklarını engeller
.Gut ve Romatizma
.HIV virüsünün tekrarlanmasını azaltır.
.İshal durdurucu, yaprak ve kuru meyvelerinden yapılan çay
.Kan şekeri ve kolestrolü düşürür
.Kansere karşı vücudu koruyan enzimleri çalıştırır
.Kalp krizi riskini azaltır. Damar sertliği oluşumunu engeller
.Sağlıklı bağ dokusu ve yeni kılcal damar oluşumuna yardımcı olur.
.Taze olarak yenildiğinde kanı temizler
.Varis ve basuru iyileştirir
.Yaprak ve kuru meyvelerinden yapılan çay ishal giderici olarak kullanılır
.Zayıf kan dolaşımını artırmak

LİKAPA Yaban Mersini - Blueberry

Yaban Mersini (vaccinum myrtillus) ılıman iklimlere adapte olmuş bir üzümsü meyve türüdür. Anavatanı kuzey yarım kürenin serin ve dağlık bölgelerinde yetişen bircok türü vardır. Genel olarak kuzey Avrupa, Amerika’daki Rocky dağları ve ülkemizde, Doğu Karadeniz bölgesinin rakımca yüksek olan fundalık ve ormanlık bölgelerinde yabani formda değişik tipleri bulunmaktadır.
Rize’de Likapa,Trabzon’da Ligarba, Lifos veya Trabzon Üzümü, Rize Pazar ilçesinde Kaskanaka, Rize Ardeşen İlçesinde Çera (Çela), Artvin’de Morsivit veya Mahabak, Giresun’da Çalı Çiçeği, diğer bölgelerde ise Ayı Üzümü, Çay Üzümü veya Çoban Üzümü olarak isimlendirilen ve literatürümüze Yaban Mersini olarak giren bu üzümsü meyve puslu veya parlak mavi rengi ile MAVİ ALTIN (blue gold) olarak nitelendirilmektedir. İngilizcesi Blueberry olarak bilinen yaban mersini Sağlık meyvesi olarak tanınmaktadır.
Yaban Mersini özellikle 1906 yılındaAmerika’da başlatılan ıslah çalışmaları sonucu doğadaki yabani formlarına göre kültüre alınan çeşitlerin, özellikleri (meyve iriliği, tadı,olgunluğu v.s) daha üstün niteliklere sahip olduğu görülmüştür.
1879 tarihli Osmanlıca bir belgede, Rize’deki ormanlarda, kırlarda ve halkın bazılarının bahçelerinde bol miktarda keşfedilen bir tür çay ağacından bahsedilmektedir. Bu belgeye göre yöre halkı bu bitkiyi, emek ve akça sarfederek terbiye edip yapraklarını kilosu on mecidiye karşılığında satmaktadır. O zamanın hükümeti tarafından gümrük vergisi alınan bu çaya benzeyen bitkiden, ayrıca orman vergisi de alınmak istenmektedir.
Rusya Hükümeti bu bitkiden vergi namına bir şey almadığından bu çayların kaçak olarak yurt dışına çıkacağından endişe duyulmaktadır. Trabzon valiliğinin yazısı üzerine Osmanlı Hükümeti bu bitkiden örnekler istiyor. Orman Bakanlığı’nın da kontrolünde olmak şartıyla bunun yararlı olup olmadığı araştırılıp ondan sonra tarımının yapılmasına ve yaygınlaştırılmasına teşebbüs edilmesi tavsiye olunmuştur.Halen yeni çalışmalar Karadeniz Bölgesi’nde farklı rakımlara adaptasyonu ve mevcut çeşitlerin çoğaltılma imkanlarına yönelik çalışmalar tüm hızı ile devam etmekte ve bu çalışmalar TUBİTAK ile DPT tarafından desteklenmektedir. 19 Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Hüseyin Çelik şöyle diyor:

"Karadeniz, tarımsal açıdan mükemmel imkânlar sağlayabilecek potansiyele sahip. Yeni ürün çeşitleri önermeliyiz. Ben, bir akademisyen ve Karadeniz âşığı olarak, 1996 yılından bu yana yeni meyve türlerini tanıtmaya ve geliştirmeye çalışıyorum." Dr. Hüseyin Çelik, önce Karadeniz′in ünlü kokulu kara üzümü ile ilgilenmiş. Örnekler toplamak için köylerde dolaşırken Rize, İkizdere Şimşirli köyünde, Köy Enstitülü emekli öğretmen Osman Yıldız ile tanışmış. Dr. Çelik anlatıyor:

"Osman Yıldız, yurtdışından getirdiği likapa fidanlarını yetiştirmek için uğraşıyormuş. Rize′de Likapa, Trabzon′da Ligarba, Rize Pazar′da Kaskanaka, Ardeşen′de Çera olarak isimlendirilen ve yabani meyveleri beğenilerek tüketilen likapa, yurtdışında ′blueberry′ adıyla çok yüksek fiyatla satılır. Bizde ise ticari olarak yetiştirilmiyor. İkizdereli Osman Yıldız, yurtdışında çok yüksek fiyatla satılan blueberry meyvesini görünce "Yahu bu bizim likapaya benziyor" diyerek fidanlarını getirip köyüne dikmiş. Osman Yıldız ve oğlu Osman Nuri Yıldız, 2.5 dönüm bahçesini bize verdi. Şimdi, burada likapa yetiştirme çalışmaları yapıyoruz.
Projeyi DPT ve TÜBİTAK destekliyor."Dr. Hüseyin Çelik, üzümsü meyveler denen meyve grubunda uzman. Bektaşi üzümü, frenk üzümü, kokulu kara üzüm, ahududu, böğürtlen gibi meyvelerin oluşturduğu bu grup, tüm dünyada büyük miktarlarda yetiştiriliyor ve tüketiliyor. Ancak her nedense ülkemizde yetiştirilmiyorlar. Dr. Çelik, bu grubun bir üyesi olan likapa hakkında şunları söylüyor:
"Geçen yıl deneme bahçesinde yetiştirdiğimiz 500 kilo likapa, Rizeli Üçel firması tarafından reçel olarak işlendi ve çok beğenildi. ABD′den ithal edilerek İstanbul′daki marketlerde satılan likapa meyvesinin 250 gramı 5 milyon liradan alıcı buluyor. Asitli topraklarda yetişen likapa için özellikle Rize ve Trabzon tam biçilmiş kaftan. Dünyadaki lüks ve pahalı meyvelerden biri olan likapa, ülkemizde de layık olduğu yeri çok yakında alacak.
Rize Milletvekili İlyas Çakır′ın da desteklediği projemizle belki de 4 - 5 yıl sonra dünyaya likapa satar duruma geleceğiz. Ortalama olarak bir dönüm fındık bahçesinden 300 milyon lira, çay bahçesinden 675 milyon lira, böğürtlen - ahududu bahçesinden 3 milyar lira gelir elde edilebilirken, 2003 yılında 1 kg. yaban mersini 4 milyon liraya satıldı. Bir dönüm likapa bahçesinden 2 bin 500 kilo meyve alınır. Dolayısıyla elde edilen gelir 8 milyar liradan fazladır."
Üçel Gıda Temsilcisi Harun ŞİMŞEK ise sektör olarak likapa bitkisine çok önem verdiklerini, likapanın reçel yapımında, pastacılıkta,çay, şarap,ilaç ve bir çok alanda kullanılmakla beraber üretimin yetersiz kaldığını kendilerinin sektör olarak şu anda 5 ton olan ürün kapasitesinin 50.000 tona çıkarılması durumunda dahi bu ürünü almaya hazır olduklarını, üretimin arttırılması durumunda likapada ihracat yolunun açılacağına ve bu konuda Avrupa’da söz sahibi olacağımızı belirtmiştir.

8 Ekim 2007 Pazartesi

Şifalı Taşlar

Minerolojik Sağlık Dr. J. M. Shah B.Pharm., Ph.D., D.Sc. Dr. J. M. Shah, hastalıkları Kirlian Tekniği ve Mineral Terapi ile tedavi ettiğini iddia ediyor. Doktor´a göre, bu yöntemle kalp hastalıkları dışındaki hastalıkları ilaç kullanmadan ve cerrahi müdahaleye gerek olmadan önleyebileceği düşüncesinde.
Shah´ın tekniği özellikle yüksek kolestrol, diabet ve solunum sorunlarında iyi sonuçlar vermiş, Kirlian Fotoğraf Tekniği 1939´da keşfedilmişti. Bir fotoğraf cihazı aracıyla, auranın veya enerji beden görüntülenmişti. Aura fotoğrafi on el parmağı, iki avuç ve iki ayak üzerinde uygulandığında olası hastalıklar belirlenebiliyor, temel yaklaşım ise hastalıkların enerji bedene 6-8 ay öncesinde giriyor olması. Parmaklardaki enerji halkaları sağlıklı insanlarda, bütün bir daire şeklinde. Kırık ve eksik enerji halkaları başlamakta olan sağlık sorunlarını gösteriyor. Avuç ve ayaklardaki kara noktalar ise, hastalıkların enerji akışını engellediğinin ve düzeyini düşürdüğünün kanıtı.
Teşhislerde, Reflexology yani ayaklarla ilgili özel kartlar kullanılıyor. Bilindiği gibi dünyanın her yerinde erken teşhis için büyük paralar harcanıyor, Dr. Shah´a göre yeni buluşlar önemli ve çok yararlı olabilirler ve kendi tekniğini böyle tanımlıyor. Tıbbi Astroloji, Auro Fotoğrafçılığı ve sarkaç araştırmaları erken teşhiste temel öğeler olarak kullanılıyor. Ayurveda alanında bir bilim dalı olarak tanımlanan Tıbbi Astroloji´de, kişinin horoskobundaki (doğum haritası), 6., 8. ve 12. Evler´in gelecekteki olası sağlık sorunlarını gösterdiğini kabul ediliyor. Özellikle de Satürn´ün Güneş üzerindeki etkileri önemli kalp sorunlarını gösteriyor.
Auro Fotoğrafi´nin temeli tüm yaşayan organizmaların iki bedeni olduğudur. Birisi görülebilen fiziksel beden, ötekisi ise görülemeyen enerji bedendir. Enerji beden bizim auramızdır.

Sıra taşlarda
Aura fotoğrafları enerji düzeyinin bozulduğunu veya değişmeye başladığını gösterebilirler. Ama düzenlemeyi başaramazlar yani sadece uyarırlar. Mineral Şifa inancına göre ise, bunu taşlar başarmaktadırlar. Bunun için temelde 9 taş kullanılıyor ve renklerle eşleştiriliyor.

Mor = Kara safir
Çivit Mavi = Elmas
Sarı = safir
Yeşil = Zümrüt
Sarı = Mercan
Portakal = İnci
Kırmızı = Yakut
İnfra kırmızı = Kedi Gözü
Mor ötesi = Gomede Bu renklerle, taşların arasındaki vibrasyonların dengesi enerji bedenimizin sağlığını gösterir. Denge bozulduğunda, hastalık başlar. Bozuk vibrasyonlar, taşların yardımıyla dengelenebilir ve yeniden sağlık kazanılabilir. Işık vibrasyonları, yıldızlardan ve gezegenlerden gelirler, bizler vibrasyonları farklı düzeylerde alır ve bireysel olarak ruhlarımızda bulunan eş enerji merkezleriyle bütünleştiririz. Her insanın ruhu, ışığın yedi rengiyle beslenir ve fizik biliminde her rengin farklı dalga boyları vardır. Yani, Renk Dalga boyu Frekans (Angstrom/saniye) (Vibrasyon/saniye)
------------ ---------------- --------------------
Mor 4000 750 trilyon
Çivit 4000 700 "
Mavi 4600 650 "
Mavi/yeşil 5000 600 "
Yeşil 5400 550 "
Sarı 5800 500 "
Portakal 6200 450 "
Koyu kırmızı 7000 430 "
Hindu Vedik kitaplarda taşların şifa amacıyla kullanıldıkları yazmaktadır. Örneğin yakut ve mercan sıcak taşlardırlar, zayıf kalplere enerji verirler. Hasta, belli enerji merkezlerinin takviye edilmesiyle güçlenebilir ve oradaki aura düşüklüğü düzeltilebilir. Evet, Dr. Shah´ın anlattıkları böyle, bilim kuşkulu ve ihtiyatlı ama yine de düşünmek gerek. Bugünkü bilimimiz, 500 yıl önce büyücülük olarak tanımlanabilirdi...
Taşların anlamı
Şifalı Taşlar

Bazı Taşların Karakterleri
Uyarı simgeleri:
CTR:
Yedi şakranın yerini öğrenin ve vücudunuzdaki yerlerini bularak, 7 endokrin guddesiyle karşılaştırın.
H: Dozuna dikkat edin.
T: Toksik olabilir (tozlu, dumanlıysa), bir taş bazen toksik yani zararlı olabilir. Dikkatle izleyin veya uzmana danışın.

Agate: Kalkedon. Kırmızı, portakal, sarı, kahverengi tonlarında. Som. Öğütülebilir. Mide, bağırsak, karaciğer, dalak, böbrekler ve radyasyon hastalıklarında etkili. Kalp üzerine takıldığında kan şekeri, iştahsızlık ve lenfler üzerinde etkin. Duyguları dengeleyici, sinir dengeleyici, yaralanma ve yanma olaylarında sonra çabuk iyileştirici, beyin enerjisini dengeliyici. Mavi desenlisi, sabrı ve barış duygularını arttırır, sakinleştirir. H-CTR.

Amber: Açık sarı veya portakal. İlk Çağ´dan kalan taşlaşmış reçine oluşumu. Elektromanyetik. Solar Plexus şakrasını açar, ruhsal dengeyi, zihin açıklığını, güveni sağlar. Mide gerilimlerini, omurgayı, merkezi sinir sistemini, bellek kayıplarını, hücre yenilenmelerini düzenler. Sarı ve portakal renkli amberler, zihinsel ve duygusal uyumu sağlarlar. Amber özellikle, radyasyonun, x ışınlarının, güneşin, bilgisayarların, uçakların ve diğer aygıtların yaydığı enerjilerin zararlarını azaltır. Eski çağlarda kızılderililer ve Asyalılar tarafından kullanılırdı. Amber tesbihlerin gerilimleri giderdiği gözlemlenmiştir. H-T

Ametist: Yarı şeffaf, mor/levanta renklerinde. Fiziksel, imajinatif ve düşünsel dengeleyici. Uykuda veya uyanıldığında takılırsa, öfkeyi, sabırsızlığı ve kabusları engeller. Başağrıları, gözler, saç dökülmesi, kilo kaybı, kan şekeri dengesi üzerinde etkilidir. Hıçkırığın, alkolün, aşırı yemeğin zararlarını azaltır. İyi bir panzehirdir (özellikle alkole karşı). Ev hayvanlarının suyunun içine konulursa pireleri kaçırır. H-CTR

Aquamarin: Beril türü. Açık parlak mavi, mavi-yeşil renklerde. Sakinleştirici, güçlendirici, zihin açıcı, yaratıcılığı, ilişkilerin kolaylaşmasını, güven duygusunun artmasını sağlar. Gırtlak, tiroid, dalak (CTR), bağışıklık sistemi, timus, lenfler üzerinde yararlı etkiler oluşturur. Korkuları, huzursuzlukları, panik atakları yatıştırır, azaltır. Allerjik solunum rahatsızlıklarını yumuşatır. Eski çağlarda su yolculuklarında koruyucu olarak kabul edilirdi. H-CTR

Azurite: Koyu mavi, mavi-mor. Alın ve boğaz üzerinde aktiftir ama aşırıya kaçılmadan. Ayrıca bilinçaltını sakinleştirdiği iddia edilmektedir. Fiziksel güç sağlar, yaratıcılığı, kararlılığı, anlayışı, gerçekleri görmeyi geliştirir. Hücrelerin normaldışı davranışlarını dengeler. Tiroid, sinüsler, cilt sağlığı, dalak, sinir sistemi üzerinde olumlu etkiler yaratır. H-CTR-T

Kantaşı: Koyu yeşil, kızıl damarlı. Elektromanyetik (yüksek demir içerdiği için). Antik Mısır´da sakinleştirici, yaşam verici olduğuna inanılırdı. Kramplara, anemiye, basura iyi geldiği kabul edilir. Hamileliği kolaylaştırır, kanı temizler, dolaşımı rahatlatır. Olumlu olarak ilik, timus ve akciğerler üzerinde etkilidir. H-

Pirinç: Yassı halde. Toprak enerjisi içerir ama çok etkin değildir, genellikle sağlık amacıyla kullanılmaz, enerjiyi bloke eder. Buna karşın kötü enerjilere karşı engelleyici olarak kullanılır, duyarlılığı ve uyanıklılığı arttırır.CTR

Bakır: Mükemmel enerji yöneticisi. Düşünce gücünü ve sağlığı güçlendirir, taşıyanın enerji alanına katkıda bulunur. Cilde temas ettirildiğinde, yatıştırıcıdır. Artrit, romatizma gibi yoğun enerji düğümlerini çözer. Bağırsaklara ve mideye yararlıdır. Sıcak duygular verir, öfkeyi, alınganlığı azaltır. Güneş ve Ay enerjilerini dengeler. H-CTR-T

Mercan: Kalsiyum ve kalsit. Kırmızı ve portakal rengi. Şakraları ve enerji akışını uyarır, döllenmeyi kolaylaştırır. Duygusal enerjiyi güçlendirir, kaslar, kan, kalp, yenilenme sistemi, tiroid, genel metabolizma, omurga, kemikler ve doku yenilenmesi mercanın olumlu etkilerini alırlar. Yüksek tansiyonda kullanılmamalıdır.
Pembe mercan, kalp üzerinde dikkatle kullanılmalıdır.
Beyaz mercan, uyarlılığı, dikkati arttırır, sinirleri yatıştırır, stresi azaltır, koku alma yetisini geliştirir. Siyah mercan enerji düzeyini arttırır. H-CTR-T

Elmas: Karbon oluşumu. Düşünceleri ve davranışları özümler, geliştirir, taşıyanın gücünü arttırır. Refah duygusunu arttırırken cömertlik sağlar, aşkı ve şehveti tahrik eder, inançsızlığı engeller, mutluluk verir. Tüm enerji bloklarını kaldırır, güven verir, düşünceleri netleştirir. Eskiler, panzehir olarak kullanırlardı. H-CTR

Zümrüt: Androjen. Kalbi güçlendirir, uyum, bolluk, barış, sabır, aşk, sadakat, dürüstlük getirdiğine inanılır. Depresyona, unutkanlığa iyi geldiğine inanılır. İlham verir, olumlu rüyalar gördürür. Solunumu, lenf sistemini, kanı, timusu, pankreası, kan şekerini, boşaltımı, görmeyi olumlu olarak etkiler. Genel şifa vericidir. Eskiler, kan zehirlenmesine iyi geldiğine inanırlardı. H-CTR-T (alüminyum katkısı varsa)

Lal: Uygun kesilirse ve parlatılırsa şifa vericidir. Parlaklığı önemlidir. Kırmızısı farklıdır (CTRS). Isıtır, duygusal ve fiziksel enerjiyi dengeler. Artrit ve felç durumlarında yararlıdır, eski kültürlerde bu amaçla kullanılırdı. Kaslara, böbreklere, böbrek taşlarına, yararlıdır. Yaşam ve seks gücünü arttırır, hormonları dengeler, döl verir. Kararlılığı, güveni ve kıskançlığı arttırır, kekemeliği azaltır veya önler. Portakal renklisi ısıtıcı ve enerjiktir. Yeşili farklıdır CTR. H-T

Altın: Çok iyi uyarıcı. Güçlendirici ve manyetik alan katalizörü, özellikle kalp bölgesinde (solar plexus) etkin ve yararlı CTRS. Sinir sistemini, hazmı kolaylaştırır. Pozitif enerji verir ve güneş enerjisini özümletir. Kitlesel şifa verdiğine inanılır. Yanısıra hırsı da tahrik eder. Altın, bakır karışımı ısıyı, ruhsal yetileri körükler, diğer taşların etkilerini güçlendirir. Beyaz altın, Güneş ve Ay enerjisini bütünleştirir, güçlendirir H-CTR

Yeşim: Bazen som, bazen şeffaf. Yeşil. Sağlık ve yaşam verici. Eski Çin´de cesaret, bilgelik, adalet verdiğine inanılırdı. Duygusal dengeyi, aşkı, sadakati, barışı, uyumu güçlendirir, utangaçlığı ve gururu kırar. Akciğerler, kalp, timus, bağışıklık sistemi, böbrekler, kan temizleme ve sinir sistemleri üzerinde olumlu etkiler verir. Etkileri kalıcı ve yumuşaktır, H-CTR.

Lapis Lazuli: Som, mavi renkli. Meditasyonda kullanılır, yol gösterici, ilham verici ve bilinç yükselticidir. Düşünceleri organize eder. Gırtlak ve tiroid açıcıdır. Rüya bilincini arttırır, huzursuzluğu, bellek kayıplarını, utangaçlığı ve anxietiyi azaltır. Beş duyuyu güçlendirir. DNA ve lenf sistemleri üzerinde etkilidir. Baş ağrılarına ve bazı sancılara yararlıdır H-CTR..

Mermer: Dengeleyici ve bileyici. Duygusal şiddeti frenleyici. Yönetici değildir ama enerji akışını organize eder.
Siyah mermer CTR duyguları keskinleştirir,
yeşil mermer kalp şakrasını temizler,
sarı mermer mantığı güçlendirir,
mavi mermer CTR temizleyicidir, H-CTR.

Opal: Bir silikat türü. Su içerir ve duygularla ilişkilidir. Duyusal yansımaları, içe dönük duyguları, aşkı ve kıskançlığı açığa çıkarır. Opal, genel engelleyici değildir, belli noktalarda etkindir. Rüyalar ve imajinasyon üzerinde etkilidir. Duyguların ve düşüncelerin dengesini ve de kolay özümlenmesini sağlar. Güneş enerjisini soğutur, uzaklıştırır. Tuz ve asitli yiyeceklerin zararlarını azaltır CTRS.

Quartz:"Kaya Cristali": Çok çeşidi ve formu vardır. En çok bilinen şifa taşıdır. Bir enerji deposudur, alır, şekillendirir ve geri yollar. İdeal bir meditasyon taşıdır.
Doğal kristaller dokuları ve vücuttaki tüm sıvıları yenilerken, taze sağlık frekansları yayarlar.
Mavi veya gri-morumsu kristal kalp ve boğaz bölgelerinde etkindir, yaratıcılık verir, zihinsel iletişimi kolaylaştırır. Bağışıklığı arttırırken, B vitaminini ve iyodu güçlendirerek tiroide yardımcı olur. Mavi kuartz kristali cam gibi parlatılmalıdır, evrimsel kaynak gücünü arttırır.
Pembe kristal, aşk, güzellik, barış, bağışlama, duygusal denge oluşturur. Yumuşak ve ısıtıcıdır. Duygusal yaraları, stresi, incinmeleri ve öfkeyi iyileştirir. İtibar kayıplarında duyulan güvensizliğe yararlı olur. Temizleyici ve şarj edicidir H-CTR.

Dumanlı Quartz: kristalleri malt veya açık çukulata rengindedir. Özellikle de derin meditasyon seanslarında çok etkindir, kök şakrayı doğrudan etkiler, büyük bir huzur sağlar. Eskiler döllenme enerjisi olarak kullanırlar, dengesizlikleri düzelttiğine inanırlardı.

Kırmızı Turmalin: Güç ve yaşam kaynağı. Kalp ve beden arasındaki uyumu, aşkı, cesareti dengeler, güçlendirir. Buna karşın kıskançlığı ve sabit fikirliliği de uyarır. Kırmızı Turmalin, yüksek dozda lityum içerdiğinden, dünyasal tüm enerjileri bilinç düzeyinde dengeler, denge bedenin elektrokimyasal düzeyinde sağlanır. Yüksek dozdaki ağrılara yararlı olur, radyasyona karşı etkin ve yararlıdır CTR.

Yakut: Kırmızı. Krom içerir ve bu nedenle kan şekerini dengeler. Tükenen enerjiyi şarj eder ve soğuk bölgeyi ısıtır. Kalbe fiziksel ve duygusal güç verirken, aşkı, cesareti, güvenceyi, yaşam gücünü, liderlik güdüsünü ve başarıya inancı geliştirir. Tüm duyguları şiddetle etkiler ve arttırır. Kolestrole, kan zehirlenmelerine, alkol ve kafeinden gelen zararlara, seksüel bloklara olumlu etkiler verir. Kadınların regl dönemlerinde yararlıdır H-CTR-T.

Safir: Mavi, yeşil, pembe, mor renkleri vardır, yakutla ilişkilidir. Mavi safir, ilhamı, ruhsal gücü geliştirir, tiroide iyi gelir, epilepsiye karşı kullanılır, cildi . Koruyucu ve güçlendiricidir. Kötü olaylardan önce taşındığında, yararlı olduğuna inanılırdı H-CTR-T.

Gümüş: Duygusal, ruhsal ve fiziksel uyum sağlayıcı ve temizleyici. Düşünceleri netleştirirken, dayanıklılığı arttırır. Ay enerjisi gibi teskin edici, serinleticidir, sinir sistemi streslerini giderir. Üst enerji merkezlerinde daha etkindir. Bir takı olarak taşınmasında büyük yarar vardır H-CTR .

Topaz: Altın veya pembe şampanya renkli kristal. Çok güçlü bir elektromanyetik alan oluşturarak göğüs bölgesini etkiler (solar plexus). Zihinsel açıklığı, yüksek konsantrasyonu, ist düzey bilinç oluşumlarını, güveni, karizmatik enerjiyi sağlar. Duygusal dalgalanmalara, bellek azalmalarına, yorgunluklara, korku ve endişelere, midevi gerilimlere ve sinir sistemindeki çöküntülere yardımcı olur. Karaciğeri ve pankreası temizler, kan şekerini düzenler, dokuları destekler, fizik bedenle , astral beden arasındaki uyumu sağlar. Yaydığı enerji, sıcak ve güneş ışığı gibidir. Pembe topaz, ruhsal yetenekleri geliştirir, yaratıcılık verir ve amaca yönelmeye destek olur H-CTR

Garnet: Bir doğal silikat oluşumudur. Bu taşın güçlü renkleri ve ışığı var. Garnet ilham açıcı ve yaratıcı bir taş olarak tanınır, ayrıca trankilizen etkiler yayar.

Wulfenit: Yaklaşık 2000 çeşit mineral iyi bir kristali oluşturur. Bu mükemmel sarı kristallere Wulfenit denir. Mineral şifacılıkta, toplu olarak kullanılırlar.