27 Temmuz 2008 Pazar

MEYVELER

 Memleket meselelerine bir miktar ara verip, nefes alalım. Bu defa meyvelere dalalım.
Üzüm: Üzüm bir cemaattir ve cemaatte rahmet vardır. Onlar ki birbirine yaklaşır, birleşir, bir ipe (sapa) tutunup salkım olurlar. Salkım olunca sanki daha bir güven içinde olgunlaşırlar. Birbirine baka baka kararan daneler cüsse itibarıyla farklı olsalar da, tadı ve rengi eşitlenir. Âdil bir düzen kurmuştur üzüm. Sıcak bir yuva, dayanışma, sevgi.

Kiraz: Kiraz çocuk gibidir. Daha çiçek açtığında uçurur bizi. Bir uçurtma gibi bulutlara, çayırlara salar. Ağacı dahi böyledir. Ana-babanın gözünde bir çocuk nasıl daima bir çocuksa, kiraz yaşlanmaz, hep öyle kalır. Kiraz dalından yenmelidir; asla poşete, kasaya, kaba konulmamalı, özgür kalmalıdır. Bir kiraz ağacının yanında, yöresinde mutlaka böğürtlen bulunmalıdır. Çocuklar kirazı böğürtleni, bir ondan bir bundan tadarak yemeli; elleri ağızları morarmalı; kiraz-çocuk-böğürtlen birbirine karışmalıdır.

Elma: Elma elbette masal meyvesidir. Rüyaların ak sakallı ihtiyarı delikanlıya bir elma verir; elmanın yarısı oğlana yarısı kıza aittir. Dokuz ay on gün sonra bir şehzade doğar, adı elmadır. Şu söz bu sebeple de söylenmiş olabilir: Yarım elma, gönül alma.
Armut: Elmayı soy ye, armudu say ye demişler, boşa söylememişler. Cins armuttan ki, atalarımız otuz- kırk çeşidini yetiştirmiştir; yenildiğinde geride sadece bir sap kalır. Kendisini böylesine sahibine teslim eden başka bir meyve var mı? Yok. O zaman ölçüyü elden bırakmayın, armudun rayihasına, tadına kanıp haddinden fazla yemeyin.

Portakal: Portakal ağabey, mandalina kız kardeş. Bunları ağacında severim. Ağacının güzelliği, inceliği, tenasübü; yapraklarının o koyu yeşili, biçimi ve bu sık yaprakların koyu yeşil gölgeleri arasından parıldayan yıldızlar. Öyle ki parıltının adı bile konmuş: Turuncu. Turuncu, portakal rengi, içimizi ısıtır. Uzanıp giden bir portakal bahçesinden daha görkemli hangi tablo olabilir. Kış günleri portakal bize bir yaz gecesi rüyasını, yıldızlarını, ferahlığını getirir.

Şeftali: İnce kumlu bir plaj gibidir. Üzerinde çıplak ayakla dolaşacaksınız, cam göbeği mavi deniz köpüklü dalgaları ile paçalarınızı ıslatacak. Bu arada elinizde bir şeftali olacak, ısıra ısıra yiyeceksiniz; sular çenenizden damlayacak. Onu tabağa koymak, bıçakla kesmek, kabuğunu soymak, çatalla yemek meyveye hakaret gibi görünüyor. Madem tabakta duracak, dursun yemeyelim, Sadece seyrine dalalım. Ne zaman şeftali diyecek olsam Refik Halit'in "Şeftali Bahçeleri" hikâyesi aklıma geliyor. Kışkırtıcı. Aman dikkat: Şeftalinin işvesine kapılmayın, ama onsuz da kalmayın.

İncir: Taze incir de mutlaka kiraz gibi, dut gibi dalından koparılıp yenmelidir. Çekirdeklerinin çıtırtısı duyulmalıdır; bu sebeple homini gırtlak iki lokmada yutulmamalıdır. Görgüsüzlük edip kabuğu ile mideye postalanmamalıdır.

Kayısı: Kıvamında yenilmesi şarttır. Ne tam olmuş, ne ham kalmış olmalıdır. Makbul olan mayhoş kayısıdır. Tatlısı adamı bir iki dane sonra keser. Kükürtlenmiş, sarartılmış kuru kaysıya itibar edilmemeli, mutlaka güneşte kurutulmuş olanı seçilmelidir. Kayısıyı leblebi gibi peş peşe yiyenler uçkuru tuta tuta memişhanenin kapısına dayanırlar. Demedi demeyin.

Nar: Neyinden bahsedeyim senin nar. O narin gövdenden, incecik dallarından, tarife gelmez çiçeğinden ve efsanelere bulanmış meyvenden. Doğrusu seni tarife dilim dönmüyor. En iyisi bir mani söyleyip lafa yekün çekmek:

Güzel uyandı

Cama dayandı

Cam kırıldı

Kana boyandı

Bu bilmece nar için söylenmiş. Bence "bilmece-şiir"in şahikası.

Mustafa Kutlu