27 Mayıs 2008 Salı

+18 Alkol-Hayatta kalmak için bir şans verin kendinize….

 

 

Coca Cola'dan E211 zehri özrü

Coca Cola'da bulunan bir maddenin siroza neden olduğu ortaya çıktı. DNA bozukluğuna da yol açan E211 ürünlerden çıkartılacak.



Gelirinin yarısını İsrail Ordusuna Bağışladığı iddia edilen ve İsrail'e yaptığı yardımların yanı sıra içerisinde bulunan zararlı maddelerden ötürü İslam Alimlerinin içilmesine fetva vermediği Asitli içecek Coca-Cola'da bulunan E211 (Sodyum Benzoat) maddesinin siroza neden olduğu ortaya çıktı. DNA bozukluğuna da yol açan E211 ürünlerden çıkarılacak.

Piyasaya çıktığı ilk günden beri içerisindeki katkı maddelerini bir sır gibi saklayan Coca Cola firmasının sırrı sonunda çözüldü. Yapılan araştırmalarda Coca-Cola'nın içerisinde E211 (Sodyum Benzoat) maddesinin bulunduğu saptanmış, firma uzun süre bu iddialara karşı sessiz kalmıştı. Sodyum Benzoat maddesi siroz, parkinson gibi hastalıklara davetiye çıkarıyor, hiperaktivite bozukluğuna neden oluyor ve DNA'ya zarar veriyor.

KÜFLENMEYİ ÖNLÜYOR

Genel olarak gazlı içeceklerin birçoğunda bulunan ve küflenmeyi önleyen bu maddenin C vitaminiyle karşılaşınca kansorejene dönüştüğü belirtildi. Coca Cola firması ilk olarak Diet Colalar'dan bu maddeyi çıkartacaklarını ve yıl sonuna kadar tamamen kullanımdan kaldıracaklarını açıkladı. Firma sözcüsü bu maddeyi kullanmayı bırakacaklarını açıklasa da Sodyum Benzoat'ın yerini tutacak başka bir bileşen bulamadıklarını da itiraf etti.

haber5.com

25 Mayıs 2008 Pazar

Boya erkeği kısır yapıyor

"Boyacı tutmaya ne gerek var, eve badana ben yaparım" diyen beyler dikkat...

İngiltere'deki Manchester ve Sheffield üniversitelerinin ortaklaşa yaptığı araştırmaya göre, boyacılık yapan erkeklerde kısırlaşma riski ortaya çıkıyor. Boya badana işini yapan 2 bin 118 erkek üzerindeki araştırmada boyanın içinde bulunan kimyasal maddelerin erkeğin spermlerinin üremesini azalttığı tespit edildi. Uzmanlar boyadaki kimyasal maddelerin spermleri olumsuz etkilediğini söyledi.

Sabah

Türk kadınları seksten haz almıyor

"Cinsellik, kötü, utanç verici, çok ayıp ve gereksiz"

Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) Başkanı Doç. Dr. Cem İncesu, ''kentlerde yaşayan insanların sürekli biçimde zamansızlık sorunu yaşamalarının, çiftlerin sekse ayırdıkları zamanı azalttığını ve ayrılan zamanın kalitesini düşürdüğünü'' belirtti.

Doç. Dr. İncesu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışma hayatı, yoğun trafik, stres gibi koşulların cinsel hayat üzerinde olumsuz yansımaları olduğunu ifade etti.

Yoğun çalışma temposu, sürekli bir yerlere ya da bir şeylere yetişme telaşı ve koşturma içerisinde geçen bir yaşam temposunun insan vücudunda stres hormonlarını yükselttiğini, yükselen stres hormonlarının ise başta cinsel istek ve ereksiyon olmak üzere çeşitli cinsel işlevleri olumsuz yönde etkilediğini anlatan İncesu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Kentlerde yaşayan insanların sürekli biçimde zamansızlık sorunu yaşamaları çiftlerin sekse ayırdıkları zamanı azaltmakta, ayrıca ayrılan zamanın kalitesini düşürmektedir. Bu gelişmelerin doğal sonucu, aralara ve boş zamanlara sıkıştırılmaya çalışılan, özellikle gece geç saatlerde ve yorgun biçimde yaşanan, 'görev icabı' başlatılan, 'isteksizce' sürdürülen, 'yeterince haz almadan ya da doyuma ulaşamadan' tamamlanan ya da hafta sonu tatiller gibi belirli zaman dilimlerine ertelenen bir cinsellik kültürü ve yaşam biçimi toplumda yerleşmeye başlamıştır.''

Bu sürecin kadınlar açısından değerlendirdiğinde tablonun biraz daha karardığını vurgulayan İncesu, çalışan, eşiyle aynı güçlükler, koşuşturmalar, kariyer planları gibi stres faktörleriyle karşı karşıya olan kadınların ev ve çocuk bakımı gibi yükleri de üstlenmeleri sonucu kendi özel yaşamlarına, kişisel gelişimlerine ve cinselliklerine enerji ve zamanları kalmadığını kaydetti.

Doç. Dr. İncesu, bu durumun kadınlarda zaten var olan cinsel isteksizlik ve motivasyonsuzluğu daha da arttırdığını bildirdi.

-EN SIK GÖRÜLEN CİNSEL SORUNLAR-


Cem İncesu, Türkiye'de kadınların en sık yaşadığı cinsel sorunun cinsel isteksizlik ve cinsellikten yeterince haz alamamak olduğunu dile getirerek, bunun da en temel nedeninin cinsellik konusunda toplumun muhafazakarlığı ve kadın-erkek arasındaki ayrımcılıktan kaynaklandığını söyledi.

Kadınların, doğdukları andan evlendiği güne kadar cinsellik alanında sürekli yasaklar, kısıtlamalar, suçluluk ve günahkarlık duyguları ile büyütüldüklerini söyleyen İncesu, cinselliğin kötü, acı ya da utanç verici, kadınlar için gereksiz ve ayıp bir kavram olarak benimsetildiğini ifade etti.

Doç. Dr. İncesu, şunları anlattı:

''Sonra bir gün birileri 'artık evlendin, bugünden itibaren cinsellik eşinle serbest, hatta cinsellik senin evli bir kadın olarak görevin' der ama ne yazık ki cinsellik öyle hesap kitaplara, mantıksal önermelere, toplumsal kurallara sığabilecek uyabilecek bir olgu değildir. CETAD'ın 2006 yılında ülke çapında yaptığı bir araştırma, kadınlarımızın evlendikleri ilk günden başlayarak büyük sorunlar yaşadıklarını göstermektedir. Her 100 kadından 54'ü ilk denemelerinden başlayarak şiddetli ağrı, kasılma ya da korku, kaçınma gibi nedenlerle cinsel birleşme kurmakta bile büyük güçlükler yaşamaktadır. Her 10 kadından yaklaşık 1'inde bu zamanla da düzelmemekte ve vajinismus olarak bilinen bir cinsel işlev bozukluğu olarak sürmektedir.''

Vajinismusun cinsel birleşme kuramama, cinselliğin düzenli yaşanamaması, çocuk sahibi olamama ve boşanma gibi dramatik sonuçları olan bir sorun olduğuna işaret eden İncesu, bunun Batı ülkelerinde ender görülmesine rağmen Türkiye'de cinsel tedavi merkezlerine gelen kadınların en sık başvuru nedeni olduğunu belirtti.

Doç. Dr. İncesu, erkeklerin en sık yaşadığı cinsel sorunların ise erken boşalma ve sertleşme bozuklukları olduğunu dile getirerek, 40'lı yaşlardan sonra ve hipertansiyon, damar hastalıkları ve şeker hastalığı gibi hastalıkların ortaya çıkmasıyla sertleşme bozukluklarının oranlarının çok yükseldiğini söyledi.

İncesu, herhangi bir hastalığı olmayan 40 yaşın altındaki genç popülasyonda ise sertleşme sorunlarının oranının yüzde 10-20'lerde olduğunu ve gençlerde ortaya çıkan bu sorunun psikojenik etkenler ile ilişkili sorunlardan kaynaklandığını anlattı.

-ERKEKLER TEDAVİYİ REDDEDİYOR-

Çiftlerin cinselliklerini ve bu alanda yaşadığı ortak sorunlarını konuşmada güçlükler yaşadıklarını vurgulayan İncesu, başvuran çiftlerle yaptıkları görüşmelerde cinsel sorunlarını uzun süre birbirlerine hiç açmadıklarını, konuşmadıklarını, bazen uzun yıllar her iki tarafın da sorunun kendisinden kaynaklandığını düşünerek karşı tarafın konuyu açmasını beklediğinin anlaşıldığını kaydetti.

İncesu, erkeklerin de cinsel açıdan özgür ya da açık olmadıklarını, en özgüvenli görünenlerin bile cinsel konularda genellikle çekingen, utangaç ve kırılgan olduklarını ifade ederek, ''Cinsel bir sorun yaşandığında erkeklerin ilk tepkileri inkardır. Uzun süre sorunları olduğunu kabul etmez, konu eşi tarafından açıldığında sıklıkla tepkiyle karşılar, tedaviye başvurmayı, yardım istemeyi, çözüm arayışına girmeyi şiddetle reddeder'' diye konuştu.

Cinsel fonksiyon bozuklukları yaşayan erkeklerin büyük bölümünün sorunlarını adeta bir kader olarak algılamayı tercih ettiklerine dikkat çeken İncesu, ''Tedaviye başvuru oranı bu alanda sorun yaşayan erkeklerin yüzde 10'unun da altında olduğunu söyleyebiliriz'' dedi.

Doç. Dr. İncesu, şu bilgileri verdi:

''Cinsel sorunlara etkin çözümler, günümüz dünyasında mümkündür. Cinsel sorunların tam olarak çözülme oranları yüz güldürücüdür. Cinsel tedavi merkezlerine başvuran ve cinsel terapi, tedavi süreçlerine giren kadın ve erkeklerin cinsel sorunlarının çözüm oranları yüzde 70'den aşağı değildir. Vajinusmus tedavisinde yüzde 95 başarı vardır. Kadın cinsel işlev bozukluklarında henüz rutin bir ilaç tedavisi bulunmamakla birlikte, erkeklerde durum farklıdır. Son 10 yıldır ereksiyon sorunlarının çözümünde gündeme gelen ilaç tedavileri gerçekten bir çığır açmıştır. Bugün artık bu sorun erkeklerin korkulu rüyası olmaktan çıkmıştır. Özellikle cinsel terapi uygulamaları ile birlikte yürütülen ilaç tedavisinde ereksiyon sorunlarında tedavi başarı oranları daha da yükselmektedir.'

23 Mayıs 2008 Cuma

Hangi meyvenin ne yararı var?

* Bi kere vücudumuzun başlıca düşmanı olan kolesterol hiçbir meyvede yoktur!
* Meyveler doğal şeker içerir, ne kadar çok meyve tüketirsek beynimizdeki sinir hücreleri de o kadar gelişir, meyve yemek hafızamızı canlandırır!
* Meyveler mükemmel lif kaynağıdır!
* Meyveler vitamin ve mineral açısından çok zengindir!
* Az kalorilidirler ve kilo aldırmazlar! (Ancak rejim sırasında kalorisi nispeten yüksek olan incir, muz ve üzümden uzak durun)
* Bol miktarda antioksidan içerirler!
* Meyveleri aç karnına yemek sindirimi kolaylaştırır!

karpuz

* Böbreği temizler,
* Astım, damar tıkanıklığı, diyabet, kolon kanseri ve kireçlenme gibi hastalıklara iyi gelir,
* Tatlı, sulu karpuz doğada bulunan en önemli antioksidanlarla doludur,
* Bağışıklık sistemini güçlendirir,
* Karpuz çekirdeklerindeki Cucurbocitrin adlı madde kan basıncını düşürmeye ve düzenlenmeye yardımcı olur,
* Kabuğundaki çinko, iktidarsızlığa iyi gelir.
(100 gr. karpuz=30 kalori)

kivi

* Başlı başına bir C vitamini deposudur, bir adet kivide günlük alınması gereken C vitamini ihtiyacından fazlası vardır,
* Kivinin bitkisel besinleri DNA'yı korur,
* Antioksidan özelliği vardır,
* Kan şekeri kontrolü için yararlıdır,
* Kolon kanserini engellenmesine yardımcı olmaktadır.
* Astıma karşı koruma sağlar,
* Kan inceltici özelliğiyle kan pıhtılaşması riskini önemli bir şekilde düşürmekte ve kanınızdaki yağ miktarını azaltmaktadır;
(1 adet kivi=46 kalori)

şeftali

* Kalp rahatsızlıklarına ve kansere karşı korur,
* Sindirim sistemini çalıştırır, hazmı kolaylaştırır,
* Böbreklerin ve safra kesesinin düzenli çalışmasını sağlar,
* İdrar sökücüdür;
(1 adet orta şeftali=42 kalori)

kiraz

* Güçlü bir ağrı kesicidir, 20 kirazda 12-25 miligram arası antosiyanin maddesi bulunduğu ve bu maddenin ağrı kesici etkisinin Aspirinden on kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir,
* Kolesterolü ve kan şekerini düşürür,
* Kirazlarda bulunan flavanoidler vücuttaki zehri temizler,antioksidan etki yapar,
* Kabızlık gidericidir,
* Nikotinin vücuttan atılmasına yardımcı olur,
* Böbreklerin taş ve kum yapmasını önler ve varsa zamanla döker,
* Safra kesesi taşının dökülmesine de yardımcı olur,
* Yüzde oluşan sivilcelerin giderilmesini sağlamaktadır;
(100 gr. kiraz=70 kalori)

ananas

* Bakteri ve parazitlerle savaşmaya yarar,
* Sindirimi kolaylaştırır,
* İltihaplanma riskini azaltmada ve yaraların hızla iyileşmesini sağlamada etkilidir;
(1 kalın dilim ananas=43 kalori)

armut

* Kalp-damar sağlığı, alçak kan basıncı ve fiziksel performansa iyi gelen vitaminleri barındırır
* Yüksek tansiyonu olanlar ve böbreklerinde sorun yaşayanlar için faydalıdır,
*Kansızlığa ve kabızlığa iyi gelir;
(1 adet küçük armut=82 kalori)

çilek

* Strese iyi gelir, sakinleştirici etkisi vardır,
* Sigara dumanının etkilerini azaltır. Sigara içilen bir odadayken gün boyunca ağza iki çilek atılması önerilir.
* Çocuk felci ve ağız-deri yaralarına yol açan virüsleri öldürücü etkisi vardır,
* Kansere yakalanma riskini azaltır,
* Mide ve bağırsak zayıflıklarını giderir,
* Safra kesesi hastalıklarına iyi gelir,
* Yüksek ateşi düşürür,
* Dişlere ve diş etlerine iyi gelir, diş taşlarının oluşmasını engeller,
* Cilde canlılık kazandırır;
(100 gr. çilek=30 kalori)

elma

* Kanı ve böbrekleri temizler,
* Cilde parlaklık ve güzellik verir,
* Soğuk algınlığı ve öksürüğe iyi gelir,
* Kolesterolü düşürür,
* Sindirim rahatsızlıklarının kontrol edilmesine yardım eder,
* Baş ağrısına iyi gelir,
* Yüksek tansiyonu düşürür,
* Kan şekerini kontrol altında tutar,
* Romatizma ve gut hastalığına iyi gelir,
* Uykusuzluğa iyi gelir,
* Bağırsaklardaki parazitlerin dökülmesini sağlar;
(1 adet küçük elma=63 kalori)

üzüm

* Böbreklerin çalışmasını uyarıp kalp atışını düzenler,
* Karaciğeri temizler,
* Siyah üzüm, kabukları ve çekirdekleriyle yenirse hücre yenileyicidir,
* Sindirimi kolaylaştırır, kansızlığı giderir,
* Bebeklerin gelişimi için çok faydalıdır
* Ancak kalorisi yüksek olan üzümün bir günde 15-20 adetten fazla tüketilmemesi gerektiğini de unutmayın;
(100 gr. üzüm=65 kalori)

greyfurt

* Soğuk algınlığına iyi gelir,
* Sindirimi uyarır,
* Diş etlerinin kanamasını azaltır,
* Kılcal damarlardaki kan dolaşımını hızlandırır,
* Mide ve pankreas kanserlerine yakalanma riskini azaltır,
* Tansiyonu dengeler,
* İdrar sökücü özelliği vardır
*Yağlı yemeklerin ardından içilen greyfurt suyu yediklerinizin ağırlığını giderir;
(1 adet greyfurt=50 kalori)

kayısı

* Kan yapıcıdır, kansızlığa iyi gelir,
* Güzel bir cilt ve saç için olumlu etkileri vardır,
* Özellikle akciğer kanserinin önlenmesinde yardım eder,
* Kalp hastalıklarının ve kataraktın önlenmesinde yardımcıdır,
* Kemik erimesinin önlenmesine faydalıdır,
* Sinirleri gevşetip uyku verir
* Kabızlık çeken ve sindirim sisteminde sorun yaşayanlar için faydalıdır,
* Sabahları aç karnına yenilen kuru kayısı sindirim açısından faydalı olmanın yanı sıra cilde de canlılık katar;

(1 adet kayısı=15 kalori)

incir

* Bağırsakları çalıştırır,
* Enerji verir,
* Cinsel güce yardımcıdır,
* Yüksek kan basıncını düşürür,
* Kemik yoğunluğunu arttırır;
(1 adet orta incir=37 kalori)

vişne

* Şeker oranı kirazınkinden düşük olduğu için daha az kalori içerir,
* Diyareyi keser,
* Ateş düşürür,susuzluğu giderir.
* Koyu renkli vişneler, açık renklilere oranla daha fazla mineral içerir;
(100 gr. vişne=50 kalori)

kavun

* Kanı temizler,
* Antioksidan özelliği vardır,
* Endişe ve uykusuzluğa iyi gelir,
* Bağırsak ve cilt kanserine karşı Amerikan Kanser Topluluğu'nca tavsiye edilmiştir;
(100 gr. kavun=26 kalori)

portakal

* Soğuk algınlığı ve gripten korunmaya yardım eder,
* İçerdiği C vitamini ve folik asit sayesinde öksürüğü azaltır,
* Kalp hastalığı ve felçten korur,
* Ezik ve çürüklerin daha çabuk iyileşmesini sağlar,
* Mide ve pankreas kanserini önleyici etkisi vardır,
* Tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur
* İçindeki potasyum cildin kuruyup kırışıklıkların oluşması önler,
* Bağırsak gazlarını söker,bağırsak parazitlerinin dökülmesini sağlar,
* Karaciğerin düzenli çalışmasını sağlar,
* Safra salgısını arttırır;
(1 adet portakal=60 kalori)

muz

* Kalbe ve kas sistemine yararlıdır,
* Yorgunluğa ve ishale birebirdir,
* Yüksek tansiyonu önleyici özelliğe sahiptir,
* Uykuyu düzene sokar,
* Ülseri önler ve ülser yaralarının tedavisine yardımcı olur,
* Kolesterolü düşürücüdür ve migren ağrısına faydalıdır,
* Böbrek ve eklemlerdeki iltihaplanmalarda tedavi edici özelliğe sahiptir;
(1 adet muz=105 kalori)

22 Mayıs 2008 Perşembe

SEVME SANATI

Erich Fromm

Büyük çoğunluk sevme sorununu, sevmekten kişinin kendi sevme yetisinden çok, sevilme sorunu olarak görür. Bu yüzden onlar için önemli olan nasıl sevilebilecekleri, nasıl sevimli olabilecekleridir. Bu amaca ulaşmak için çeşitli yollara başvururlar. Özellikle erkeklerin yeğlediği yollardan biri, başarılı olmak, yaşadığı toplum içinde büyük ölçüde güç ve para elde etmektir. Kadınların seçtiği bir yol da, vücuduna, giyimine bakarak alımlı olmaya çalışmaktır. Kadınlarla erkeklerde ortak olan bir başka göze girme yolu, hoş davranışlar edinmek, ilgi çekici bir biçimde konuşabilmek, yardımsever, alçak gönüllü olmak ve kimseyi incitmemektir. İnsanın sevimli olmak için yaptıklarının çoğu başarılı olmak, "dost edinmek ve başkalarını etkilemek" için yaptıkları ile aynıdır. Aslına bakarsak bizim ekinimizdeki birçok insanın sevimli olmaktan anladığı, herkesin hoşuna gitmekle albenisi olmak arasında bir şeydir.

Sevgi konusunda öğrenilebilecek bir şey olmadığı sanısını doğuran ikinci önerme de sevginin bir yeti sorunu değil, bir nesne sorunu sanılmasıdır. İnsanlar sevmenin kolay olduğunu, asıl güçlüğün sevecek – ya da sevilecek – nesneyi bulmak olduğunu sanırlar. Bu tutumun, çağdaş toplumun gelişme tarihinde yatan birçok nedeni vardır. (...)

Ekinimizde tümüyle satın alma açlığı üzerine, alanın da, verenin de isteyerek girdiği bir alışveriş anlayışı üzerine kurulmuştur. Çağımızın insanı vitrinlere bakmakla, peşin olsun, taksitle olsun alabileceği her şeyi satın almakla mutlu olabilmektedir. Çağımızdaki insanlar öbür insanlara da aynı açıdan bakarlar. Erkek için çekici bir kız – kadın için de çekici bir erkek – peşinden koşulacak ganimetlerdir. "Çekicilik" çoğu zaman, kişilik pazarında çok tutulan, çok aranan özelliklerden yapılmış bir pakettir. Kişiyi çekici yapan şeyler, gerek vücut, gerek kafa bakımından zamanın modasına bağlıdır. (...) Alışveriş üstüne dönen, maddesel değerlerin en üstün değerler olduğu bir ekinde insanlar arası ilişkilerin de mal mülk ve iş pazarında geçerli olan yöntemlere göre yönetilmesine şaşmamak gerekir.

Cinsel kutuplaşma insanı özel bir birleşmeye sürükler. Erkek ve dişi öğelerin kutuplaşması tek tek erkek ve kadında da görülür. Nasıl fizyolojik bakımdan erkekte de, kadında da karşı cinsin hormonları varsa, davranış bilimleri açısından da kadın ve erkek iki cinslidir. İçlerine alma ve nüfuz etme, madde ve ruh özellikleri taşırlar. Erkek – ve kadın da- kendi içinde bütünlüğe, ancak içindeki dişi ve erkek kutupları bağlaştırarak varabilir. Her türlü yaratıcılığın temeli bu kutuplaşmada yatar.

Kadınla erkek arasındaki sevgide kadın da, erkek de yeniden doğar.

Sevgide iki varlığın bir olması, gene de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri ikilemi gerçekleşir.

O denli üstüne düşmesi çocuğunu çok sevdiğinden değil, onu sevememesini gizlemek istemesindendir.

Bu açıdan bakılırsa insanın kattığı anlam dışında yaşamın hiç bir anlamı yoktur; insan başkalarına yardım etmediği sürece yapayalnızdır.

Başka birisine kendime yetemediğim için bağlanıyorsam, karşımdaki kadın ya da erkek benim için bir cankurtaran olabilir belki ama aramızdaki bağ sevgi bağı olamaz. Çelişik gibi görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur.

Sevgi bir etkinliktir; edilgen bir olay değildir; bir şeyin içinde olmaktır, bir şeye kapılmak değildir. Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle tanımlanabilir; Sevgi vermektir, almak değildir.

Sevgiden vazgeçilemeyeceğine göre, sevgi konusundaki başarısızlığı yenmenin bir tek yolu kalıyor: Önce başarısızlığın nedenlerini incelemek; sonra da sevginin ne olduğunu anlamaya çalışmak.

Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir.

Olgun sevgi, "Seni sevdiğim için sana gereksinmem var" der.

Sevgi yalnız belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek insanı seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa, sevgisi sevgi değil, birlikte -yaşamaya bağlılık ya da yaygınlaştırılmış bir bencilliktir.

Başka birisine "Seni seviyorum" diyebilirsem, "sende herkesi seviyorum, seninle bütün evreni seviyorum, sende kendimi seviyorum" diyebilmem gerekir.

Birisini sevmek yalnız güçlü bir duyguya kapılmak değildir; bir karardır, bir yargıdır, bir söz vermedir. Sevgi yalnızca duygudan oluşsaydı birbirine ölünceye dek sevmek için söz vermek gerekmezdi. Duygular gelip geçicidir. Eyleme yargı ve karar karışmamışsa o duygunun ölünceye dek süreceğini nasıl bilebiliriz.

Sevgi; iki insanın birbirlerine varlıklarının özünden bağlanması, dolayısıyla her birinin de kendisini varlığının özünden tanıması durumunda doğabilir ancak. İnsan gerçekliği de, canlılığı da, sevgisinin temeli de işte bu "özden tanıma" yaşantısında yatar. Böyle yaşanan sevgi sürekli bir meydan okumadır; bir dinlenme yeri değil, tersine, birlikte oluşma, büyüme ve çalışmadır; uyum ya da çatışma, neşe ya da üzüntü olup olmaması bile önemsizdir artık; temel gerçek şudur: İki insan birbirlerini varlıklarının özünden tanırlar, kendilerinden kaçmak şöyle dursun, kendilerini buldukları için bir olurlar.

Sevginin var olduğuna bir tek kanıt vardır ancak; bağlılığın derinliği, seven kimselerin canlılığı ve güçlülüğü; Budur sevginin bulunduğunu gösteren meyve.

16 Mayıs 2008 Cuma

Sınav öncesi hafızaya güç veren formüller


ÖSS ve OKS sınavına hazırlanan öğrenciler bir yanda bahar yorgunluğu bir yanda sınav stresi ile uğraşıyorlar. İşte hafızaya güç veren formüller

Sınavlara sayılı günler kala öğrencilerin beslenmelerine daha fazla dikkat etmeleri gerektiğini söyleyen Sağlıklı Yaşam Danışmanı Berrin Yiğit, "Sınav döneminde doğru beslenerek hafızayı güçlendirmek mümkün" dedi. İşte Yiğit'in öğrencilerin yüzünü güldürecek mucize formülü.ÖSS ve OKS sınavına hazırlanan öğrenciler bir yanda bahar yorgunluğu bir yanda sınav stresi ile uğraşıyorlar. Hem gençler hem de aileler telaş içinde. Emekler boşa gitmesin kaygısının yarattığı panik bedende ve ruhta pek çok baskıya yolaçıyor.

Bu baskılardan en çok etkilenen de kuşkusuz hafıza oluyor. Sınav mevsiminde öğrencilerin beslenmesine dikkat etmediğini anlatan Sunpride Sağlıklı Yaşan Danışmanı Berrin Yiğit, doğru beslenerek hafızanın güçlendirilebileceğini kaydetti. Yeşil sebze, balık, üzüm suyu ve domates suyunun sağlığa katkılarının yadsınmayacağını dile getiren Yiğit, hiçbir besinin tek başına, mucizevi bir şekilde başarı sağlamaya destek olmadığının da hatırlattı.

ISPANAGIN YANINDA DOMATES SUYU

Ispanakta maruldan 3 kat fazla folat bulunduğuna dikkat çeken Yiğit, ıspanak, semizotu, marul, fesleğen gibi yeşilliklerin sofralardan eksik edilmemesi gerektiğini belirtti. Yiğit, "Temel Reis'in güç kaynağı meşhur ıspanak, domates suyu eşliğinde hafıza için de güç kazandıracaktır"

HAFTADA 3 KEZ BALIK

Haftada 3 kez balık tüketilmesini öneren Yiğit, "Balık dışında ise omega 3'ün en iyi bitkisel kaynakları arasında koyu yeşil yapraklı sebzeler, yağlı tohumlar ve keten tohumu da sayılmaktadır. Pratik kullanım için keten tohumu ve yağlı tohumları yüzde 100 içerikli meyve suyu, salatalarınıza, yoğurda ekleyebilirsiniz"

MEYVE SUYUNA DiKKAT

Sınav öncesinde herkesin çantasında meyve suyu bulunduğuna dikkat çeken Yiğit, bazı meyve sularının sabah saatlerinde mide asitliğini değiştirerek yanmalara neden olduğunu anlattı. Meyve seçiminin çok önemli olduğunu aktaran Yiğit, "Ananas, elma ve üzüm suları doğru alternatiflerdendir. Ayrıca meyve suyunun yanında yağlı tohumları kan şekerinizi dengeleyip, besleyici içeriği ile destek olacaktır. Tam tahıl undan yapılan kuru meyveli, yağlı tohumlu, keten tohumlu kekler, peynirli, sebzeli, çörekotlu poğaçalar, yağsız omletler, yüzde 100 içerikli meyve suları sınav öncesi kahvaltıda doğru seçimlerdir"

HAFIZA DOSTU ÜZÜM VE ANANAS

Üzümün diğer meyve ve sebzelere oranla daha fazla antioksidan içerdiğini belirten Yiğit "Sadece sınav günü değil öncesinde içmek daha iyi etki yapacaktır. Ananas suyu içindeki mangandan dolayı da ezber gücünü artırabildiği için tüketilmesinde fayda vardır"

Münevver ÇAKIRTAŞ - BUGÜN

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Yılın kitabı: Batı tıbbı sağlığınızın altını nasıl oyar?

Her yerimiz ilaç ama her taraf hasta insanlarla dolu. Bu yaman çelişkiyi konu edinen yeni bir kitap Batı tıbbının bizi iyileştirmek istemediğini söylüyor. Hayykitap'tan yayınlanan "Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar?" kitabının yazarı Shane Ellison ile tıp sisteminin karanlık dehlizlerinde dolaştık. Şaşırmaya ve sinirlenmeye hazır olun.


Yılın kitabı: Batı tıbbı sağlığınızın altını nasıl oyar?

İlaçlar hakkındaki düşüncelerinizi değiştirmeye hazır olun. Shane Ellison, yeni kitabı "Batı Tıbbı Sağlığımızın Altını Nasıl Oyar?" ile hepimizi çok şaşırtacak. Türkçe baskısını hayykitap'ın yaptığı eser öyle kolay kolay duyamayacağımız gerçekleri dile getiriyor.

Ellison büyük ilaç şirketleri ve FDA arasındaki çıkar ilişkisinin hepimizin sağlığına nasıl kastettiğini anlatıyor. Aslında yazar, bu çarpık ilişkiyi anlatan birçok bilim adamından sadece biri. Tıp dergilerinde ara sıra gündeme gelen bu konular, genelde dar bir çevrede hapsoluyor. Ellison'un kitabı bu yüzden önemli. Hepimizi ilgilendiren konular, yalın bir dille, kafa karıştırmadan, herkesin anlayabileceği şekilde aktarılıyor.

Bu söyleşiyi okuduktan sonra ilaçlara bakışınız değişecek. Sağlığınız için veya bir sevdiğinizin sağlığı için bir şeyler yapmak isteyeceksiniz.

Söyleşide ve kitapta sık sık adı geçen "FDA" Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi için kullanılıyor. Bu kurum, tanım olarak, Amerikalılara sağlıklı yiyecekler yedirmek ve sağlıklı ilaçlar içirmekle yükümlü. İlaçlar piyasaya çıkmadan önce yıllarca deneyler yapılıyor, sonra bunların sonuçları FDA'ya sunuluyor. Kurum ilacın güvenli ve etkin olduğunu onaylarsa piyasaya sürülüyor. FDA'nın verdiği kararlar aslında tüm dünyayı ilgilendiriyor. Onaylanan ilaçlar diğer ülkelere de genellikle giriyor.

Şimdi gelelim Shane Ellison ile yaptığımız söyleşiye…

Biraz kendinizden söz eder misiniz? Bildiğim kadarıyla büyük bir ilaç şirketinde çalışıyordunuz. Şirkette yaşadıklarınız nedeniyle istifa ettiniz ve gördüklerinizin bir kısmını kitaplarınızda yazdınız. 

Ben ilaç üretimi konusunda uzmanlaşmış bir kimyagerim. Biyoloji ve kimya eğitimi gördüm. Kuzey Arizona Üniversitesi'nde organik kimya master'ı yaptım.
Mezun olduktan sonra Eli Lilly için Tamoxifen türevleri üretmeye çalışan Array Biopharma şirketine girdim. Tamoxifen kadınlarda ciddi yan etkilere neden olduğundan Eli Lilly bu ilacı yeni bir kimyasal akrabasıyla değiştirmek istiyordu. Denemelerimizde başarı sağlayamadık. Tehlikesinin çok bariz bir şekilde bilinmesine rağmen Tamoxifen satışları devam etti. O sırada fark ettim ki, Eli Lilly Tamoxifen reklâmlarında ilacın kanser riskini düşürebileceğini yazıyor. Bu, biyokimyagerlerin laboratuarda bulduklarının ve raporladıklarının tam tersiydi. Bu çelişki sağlık efsanelerinin üzerine eğilmeme vesile oldu. Sonuçta, kurumsal ilaç üretimi işimden istifa ettim.

Sizinle aynı hisleri paylaşan başka mesai arkadaşlarınız var mıydı?

Evet, diğer arkadaşlarım da benzer hisler yaşadılar ve benimle paylaştılar. Fakat çoğu bilim adamı bu ilaç üretimi tuzağından kurtulmanın zor olduğunu düşünüyor. Çünkü, ya uzun vadeli ev borçlarını ödemek zorundalar, ya da eninde sonunda bu sektörle bağlantılı bir iş yapmak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Bu nedenle çoğu, fikirlerini kendine saklamayı tercih ediyor.
Ayrıca, ilaç endüstrisinde statükonun zıddına hareket etmek hayatınızı bayağı zorlaştırabilir. Bu tür bir harekette bulunmak bir bilim adamının kariyerini ilelebet karartabilir. Buna en iyi örnek olarak FDA'nın içinde olup bitenleri ifşa eden Dr. David Graham'ı gösterebiliriz. Graham FDA'yı Vioxx'un tehlikelerine karşı uyardı. Ardından işyerinde tehditler aldı, düşmanca davranışlarla karşılaştı, gözdağı vermeye çalıştılar.
Bir ilaç şirketinde çalışıp da belirli bir ilacın güvenli ve etkin olmadığını söyleyenler de aynı muameleyle karşılaşabilir.

Şu anda özgür konuşabiliyor musunuz?

Kurumsal şirketlerle artık bir bağlantım yok. Gayet özgür bir biçimde konuşabiliyorum. Bu yüzden kitaplarım diğer sağlık kitaplarıyla karşılaştırılınca daha içten görünüyor.

FDA ile büyük ilaç şirketleri arasında nasıl bir ilişki var?

FDA bünyesinde çalışan üst düzey bilim adamlarının ilaç şirketleri ile maddi bağlantıları var, özellikle de inceleyecekleri ilaçlarla ilgili. Çoğunlukla ilaç şirketlerinin hisse senetlerine sahipler. Bu tür menfaat ilişkileri toplumdan gizleniyor. Ve maalesef, bu kirli ilişkilere izin verilince de, ilaç şirketlerinin her dediği oluyor.
Washington Times gazetesinin de yazdığı gibi, birçok bilim adamına ilacın güvenliği, etkinliği, kalitesi ile ilgili şüpheleri olsa da ilacı üretmesi veya onaylaması için baskı yapılıyor. Bu, senelerdir süregiden bir gerçek… Bunun sonuçları feci oldu; olmaya da devam edecek.

Sizce ilaç şirketlerindeki üst düzey yöneticilerin hastalıkları tedavi etmek gibi bir gayeleri var mı?

Hayır. İlaç üretimi hastalıkların semptomlarını (belirtilerini) tanımlamaya ve sonra da bu belirtileri ortadan kaldıracak bir molekül sentezlemeye dayanıyor. Bu moleküller ise, bitkilerden veya diğer doğal kaynaklardan elde ediliyor, yani doğa kopyalanıyor. Maalesef doğal yapıları değiştirilmiş olduğu için kan dolaşımına çok hızlı girebiliyor ve riskli olabiliyorlar. Bu kopyalar aynı zamanda toksik çünkü vücudumuz bunlara doğal maddeler gözüyle bakmıyor.
Tekrarlayacak olursak, hastalığın "sebeplerini" umursamıyorlar. İlaç şirketi iş modeli "sürdürülebilirlik" üzerine kuruludur. Hastalığın sebebini ve bunun dermanını bulmaktansa, hastaların sadece hayatlarını sürdürmesi sağlanır. Herhangi bir hastalığa derman olabilecek tek bir reçeteli ilaç bulamazsanız.
Hastalıkları iyileştirmek, ilaç şirketlerine iş modeli olarak pek karlı gelmez, sadece hastalıkların belirtilerini yok ederler. İlaç endüstrisi, sadece "hasta insanlardan" para kazanabilir. Hatta sağlık sigortası olan hasta insanlardan dersek daha doğru olur.
Bu iş modeli ilaç şirketlerine büyük kâr getirir ve insanların kendilerine bağımlılığını garanti altına alırlar. İnsanların bu bağımlılığı sayesinde ilaç reklâmlarının, ilaç deneylerinin, üniversite araştırmalarının, hükümete yaptıkları lobi faaliyetlerinin ve "hayalet yazarların" parasını öderler. Bu stratejilerin hepsi birden hem toplumun, hem de hekimlerin gözünü boyamak için kullanılır.
Ölümcül sağlık efsanelerinin çıktığı noktalar işte bunlar. Bu efsanelerden bazıları "kolesterolün kalp hastalıklarına sebep olması, insülinin diyabet için yegâne tedavi olması ve Afrikalı insanların AIDS'ten ölmeleri".
Sahtekâr bilim ve "hayalet yazarlar" aracılığıyla, hem toplumu, hem de tıp dünyasından birçok saygın uzmanı bu efsanelerin kurbanı haline getirdiler (Hayalet yazarlık: İlaç şirketlerinin, ilaçları hakkında olumlu makaleler hazırlayıp, para karşılığı saygın bilim adamlarının imzalarıyla yayınlatmaları).
Karlarını daha da artırmak için ilaç şirketleri hastalık da icat eder, ardından bu yeni hastalığa çare olarak sundukları ilaçlarını pazarlarlar.

Siz hastalık icat etmek gibi bir şey söyleyince çoğu okuyucumuz "yok, bu kadar da olmaz artık" diyecektir. Hastalık yoksa şirketler nasıl icat edebilir ki?

Hastalık icat etme fikri sanki bir komplo teorisiymiş gibi algılanmasın. Kötü alışkanlıklar nedeniyle zaten oluşan rahatsızlıkları bulup, bunları bir hastalık olarak etiketlemekten ibaret bir iş aslında.
Mesela, adet öncesi her kadının yaşadığı sıradan gerginliklere "premenstrüel sendrom" diye bir isim takarsınız. Bunun bir ruh hastalığı olduğunu iddia edersiniz. Ve arkasından, bu sözde "ruh hastalığını" tedavi edecek yeni anti-depresanınızın reklâmını yaparsınız. Mekanizma bu kadar basit. Veya kellik, menopoz gibi hayatın doğal akışında gerçekleşen olayları topluma bir hastalıkmış gibi yansıtırsınız. Hastalık icat etmek derken bunları kastediyorum. Belki duymuşsunuzdur, yakında köpeklere de anti-depresan yazacaklar!
Aslında, hastalık denen çoğu şey yaşam biçimimizi değiştirerek düzeltilebilir. Bu nedenle, alışkanlıkların hastalıklara sebep olabileceğini veya hastalıkları düzeltebileceğini devamlı vurguluyorum. Bizi ilaçlar değil, kötü alışkanlıklarımızı değiştirmek iyileştiriyor. Hayatımızdaki en iyi alışkanlık ise, ilaç endüstrisinin ürettiği tüm ilaçlardan uzak durma olabilir.
Bu ilaçların nelere sebep olduğuna kitabımda da yer verdim. İnsanların sağlığına en çok zarar veren şeyler ilaçlar ve çocuk-yetişkin herkesi ilaç bağımlısı olmaya zorlayan doktorlardır.

Ama hastalıkları tedavi eden ilaçlar da var. Mesela antibiyotikler…

Evet, antibiyotikler enfeksiyonları tedavi eder. Bu hemen hemen doğru. Antibiyotikler kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar. Fakat antibiyotik kullanımı başka enfeksiyonlara sebep olur. Uzun vadede, insan eliyle üretilmiş olan antibiyotikler daha güçlü ve daha ölümcül bakterilerin üreyebileceği bir ortam oluşturur. Bu durumda, buna tedavi demenin imkânı yoktur. Kaldı ki, geleneksel Çin tıbbı, binlerce yıldır bakteri ve virüs kaynaklı enfeksiyonları başarıyla ve çok ucuz yöntemlerle zaten tedavi ediyor.

Kitabı edinmek için lütfen tıklayınız

Hala sigara içiyormusunuz? Öyleyse bunu izleyin!


Do You Smoke? U Got To Watch This... - The top video clips of the week are here

Sigara tüketimi en fazla olan ülkelerden biriyiz. Sigaradan ölenlerin sayısı da bir hayli fazla. Koyulan yasaklar bile sigara bırakmaya neden olmadı. Bu videoyu izlemek belki sigarayı size bıraktırır. Sigaranın size nasıl zarar verdiğini gözlerinizle görün!!!!




Still Smoking? Watch This !! - The funniest movie is here. Find it

Smoke Bubble - The funniest bloopers are right here

Magic Smoke From Your Fingertips. - The best video clips are here

How To Quit Smoking!!! - The most popular videos are here


11 Mayıs 2008 Pazar

Hatırlatma teknikleri

Hatırlamak istiyorum ama unutuyorum diyorsanız üzülmeyin. Hatırlamak istediğinizi teknik yöntemler kullanarak hatırlayabilirsiniz.

Hatırlama tekniklerini öğrenmek için çok zaman harcadım. Eskiden sanırdım ki sadece çok zeki insanlar her şeyi hatırlar. Oysaki öyle değilmiş. Hatırlamak için zeki olmaya gerek yokmuş. Sadece tekniklerini bilmek gerekliymiş. Ben eskiden konuyla ilgili fıkra anlatanlara veya bir anektot anlatanlara bayılırdım. Nasıl hatırlayıp da tam yerinde anlatırlar diye hayranlık duyardım. Meğerse bu sadece beynini terbiye etmekle ilgili bir alışkanlıkmış. Beynimizi kendi haline bırakırsak ya da gereksiz şeylerle beynimizi doldurursak hatırlama konusunda geri kalırız. Birçok insan çoğu şeyi unuttuğu zaman beyin fonksiyonlarının iyi çalışmadığını, hasta olduğunu ya da yeteri kadar zeki olmadıklarını sanırlar.

Evinizdeki kitapları kütüphaneye gelişigüzel koyduğunuz zaman aradığınızı bulmakta zorlanırsınız. Mutlaka bulursunuz ama gerekli olduğu zaman değil de belki ertesi günü bulursunuz. Bulmak için de çaba sarf etmeniz gerekir. Oysaki konularına göre düzenlenmiş bir kütüphanede bir kitabı bulmak birkaç saniyedir. Beynimiz de bizim kütüphanemizdir. Eğer bilgileri beynimizin içine gelişigüzel atarsak hiçbir şeyi hatırlayamayız. Hatırlamanın bir tekniği olduğunu öğrendikten ve uyguladıktan sonra artık hiçbir şeyi unutmuyorum. Bir konu hakkında sohbet ederken o konuyla ilgili anektot veya fıkra anında aklıma geliyor. Bilirsiniz bir söz zamanında kullanılmayınca değeri olmuyor. Sohbet bittikten ve insanlar dağıldıktan sonra arkadaşımızı arayıp konuyla ilgili aklımıza geleni söylemeyiz.

Yazı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda sadece yazacağım konuya karar vermiş oluyorum. Parmaklarımı klavyeye koyduktan sonra beynimin içinden bütün bilgiler dökülüyor. Neden mi? Çünkü beynimin içindeki bilgiler düzenli. Yani klasörlere yerleşmiş durumda. İlgili bilgi kendiliğinden ve doğru zamanda geliyor. Bu da beni çok mutlu ediyor. Bu klasörlere bilgileri nasıl mı yerleştirdim?

Yani hatırlama teknikleri nelerdir?

1- Gereksiz bilgilerin akılda tutulmaması

2- Akılda tutulması gerekmeyen ama unutulmaması gereken her şeyi yazmak, yani bir ajanda kullanmak,

3- Okunan her şeye konsantre olmak,

4- Konsantre olunan kitabın altını çizmek ve bu çizili yerleri tekrarlamak. Unutmamanın en önemli şartı tekrardır. Yeni duyduğunuz bir fıkrayı gün içinde 3-4 kişiye anlatarak deneyin. İddia ediyorum o fıkrayı asla unutmazsınız.

6- Aynı anda iki iş yapmamak. Tek işe konsantre olmak

7- Hatırlanması gereken konu ile ilgili zihin haritaları çıkarmak

8- Yapılan işe mana katmak

9- Bir işle uzun süre ilgilenmemek. Birer saat arayla molalar vermek ve beyni dinlendirmek,

10- Unutulmaması gereken isim, sayı veya olay için akıldan onunla ilgili senaryo yazmak.

Geçenlerde yeni tanıştığım biriyle sohbet ederken, verdiğim seminerlerin konusunu sordu. Ben de stres, mutluluk, duygular, hatırlama teknikleri vs. dedim. Bana şöyle bir soru sordu, "Hatırlamama teknikleri de var mı?"

Evet bazen bazı şeyleri hatırlamak bazı şeyleri de hatırlamamak isteriz. Şimdi aklıma güzel bir hikaye geldi. Bu hikaye çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında anlatılır.

?Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar. Biri ötekine bir tokat atar. Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar; BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BANA BİR TOKAT ATTI. Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken batağa saplanır. Boğulmak üzereyken, arkadaşı tarafından kurtarılır. Boğulmak üzeren olan arkadaş tam selamete çıktıktan sonra, bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır; BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BENİM HAYATIMI KURTARDI. Önce tokadı atan sonra da en iyi arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der;

-Senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazdın. Ama şimdi kayaya yazıyorsun. Neden?

Arkadaşı şöyle cevap verir;

-Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki, bağışlama rüzgarı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize iyi bir şey yaparsa, onu kayaya kazımalı ki, onu hiçbir rüzgar yok etmesin.?

Önemli olan hatırlamamız ve hatırlamamamız gerekenleri ayırabilmek. Bunun için de sadece akıl gerekli. İkisini birbirinden ayırt edebilmek için.

10 Mayıs 2008 Cumartesi

İslamiyet Gözüyle : NAZAR

İslamiyet Gözüyle

NAZAR

Kur'an-i Kerim'de Hz. Yusuf Aleyhisselam'in kissasi anlatilirken Hz. Yakup Aleyhisselam'in ogullarini [Zira onlar, cok guzel fiziki yapiya sahip idiler.] Misir'a gonderdigi vakit onlarin sehre girmeleri hakkinda onlara soyle tavsiyede bulundugu zikredilmektedir:

"(Yakup) dedi: Ogullarim! (Sehre) hepiniz bir kapidan girmeyin.Ayri ayri kapilardan girin (ki size nazar degmesin.) Yine de Allah'in takdir ettigi bir seyi ben sizden gideremem. Hukum ancak Allah'indir.Ben ona guvenip dayandim.Tevekkul edenler de yalniz ona guvenip dayanmalidirlar." (Yusuf, 12/67)

Yuce Allah (c.c.), kulu ve Resulu Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimize hitaben soyle buyurmaktadir:

"Dogrusu inkar edenler, Kur'an'i duyduklari vakit (sana olan dusmanliklarindan dolayi) neredeyse gozleri ile seni yere sereceklerdi! Hala da (senin icin): Mutlaka o, delidir! diyorlar.Halbuki Kur'an, butun alemler icin bir ogutten baska bir sey degildir."

(Kalem, 68/51-52)

Yuce Allah (c.c.) soyle buyurmaktadir:

"Onlar ise, Allah'in izni olmaksizin kimseye bir zarar veremezler." (Bakara. 2/102.)

Resul-i Ekrem Efendimiz, cok sevdigi torunlari Hasan ve Huseyin (r.a.)'e, nazar degmesin diye dua okurlarmis. Bu duayi su sekilde tesbit etmis bulunmaktayiz:

"Her turlu seytandan, zararli seylerden ve kem gozlerden butun kelimeleri yuzu hurmetine Allah'a siginirim."

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz nazar olayinin, yasanan bir gercek oldugunu dile getirmis ve soyle buyurmustur:

"Gozdegmesi hak ve gercektir." (Muslim. Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan rivayet etmistir.)

Ebu Umame (r.a.)'dan rivayete gore, Amir b. Rebia, Sehl b. Huneyf e ugramisti.

Amir b. Rebia dedi ki: "Bugunku gibi parlak bir cilt gormedim." Bunun uzerine Sehl b. Huneyf in durumu degisti. Cok gecmeden sar'a nobetine tutuldu. Bayilip yere dustu.

Bunun uzerine Peygamber Efendimiz sav. Boyle gipta edilecek durumlarda "Masallah- Allah mubarek eylesin" denmesini buyurmustur.

Nazara karsi alinabilecek tedbirler:

Sabah ve aksam koruyucu dua, evrad ve zikirlere devam edilmelidir. Onlari okuyan kimseyi Allah (c.c.) nazardan muhafaza buyurur.Okunacak sure ve dualar coktur.Bazilari sunlardir : Fatiha Suresi, Ayetu'l-Kursi, Felak Suresi, Nas Suresi

Bu dua ve surelerin haricinde nazar degmesinden korunma yollarindan biri de, diger insanlarda bulunmayan guzelliklerini teshir edilmemesi veya bu guzelliklerin goze direkt olarak carpmasini engelleyecek bir engel koyulmasidir.

Bunlardan en onemlisi: "Masallah" yazisini yazarak bu guzelligin Allah'tan oldugunu yaziyla belirtmek ve bir guzelligi goren kisiye,"Allah ne guzel yaratmis" diyerek bu guzelligin direkt kaynagini soyleyerek dikkatleri Allah'in yaratma sanatina cekmektir.

Turk halkimizin yaptigi gibi nazar boncugu kullanmak da, nazara bir onlemdir. Nazar boncugu biraz da olsa dikkatleri kendi uzerine cektiginden dolayi nazar olmasini bir manada Allah'in izniyle engelleyebilir.Lakin buradaki amac Allah'in kitabinda dedigi gibi ve hadislerde isaret edildigi gibi guzelligi direkt olarak vurmamak ve bundan korunmak icin Allah'a siginmaktir.Nazar, nazar boncugu takildi diye engellenmez.Nazar boncugu, masallah gibi onlemler ancak Allah'in izniyle kabul edilebilir.Yoksa Allah dusunulmeden bu gibi onlemler putlastirilmamalidir!

Nasil ki, hirsizlik olmasin diye evinizin kapisini kilitlersiniz ve dondugunuzde mallarinizi yerli yerinde gorursunuz; iste o zaman "Ben ustume dusen gorevi yaptim, tedbirimi aldim ve Allah da evimi korudu" dersiniz.Ne zaman ki:"Kilit mallarimi korudu" seklinde bir bilinc olusursa o zaman "sirk" yapilmis olur.Aynen buradaki gibi nazari onleyen nazar boncugu degil, Allah'a siginip ondan istegimizdir.

Allah guzelliklerimizin devamini nasip eylesin,

Tum güzellikler Allah'tandır.

Maşallah!

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Hüseyin Üzmez Olgusu

http://image.haber7.com/columnist/453.gif

Nevzat TARHAN ntarhan@gmail.com

Cinsel terapistleri zorlayan bir vaka ile karşı karşıyayız. Şimdiden bazı erkek hastalar ‘Adam 78 yaşında hem anasına hem de kızına gücü yetiyor, bende mi bir şey var?’ demeye başladılar bile. Kadınlar haklı olarak çok öfke duyuyorlar. Ancak en acınacak ve utanılacak taraf çocuk istismarı ile karşı karşıya olunma ihtimalidir. Böyle bir cinsel eylemi dindar görünümlü birinin yapması konuyu daha ilginç hale getirdi.

Cinsel şiddet içeren suçların artması, çocuk pornosunun yaygınlaşması, ileri yaşlardaki birçok ruhsal hastalığın temelinde çocukluk dönemlerinde yaşanan istismarların sorumlu olması konuyu daha önemli hale getiriyor.

ABD Başsavcılar Yüksek Kurulunun ‘Pornografik-erotik materyalle cinsel suçlar arasına nedensellik ilişkisi vardır’ kararı uzun süre tartışıldı.

Psikiyatri tarihinde de ilk defa cinsel bağımlılık tanımlandı ve alkol, eroin bağımlılığı gibi bir bağımlılık türü olduğu kabul edilip tedavi edilmesi önerildi. ‘Textbook’ lara giren bu bilgiler toplumun da bilgilendirilmesi gerektiğini gösteriyor. Carnes ve Colemen ABD toplumunun %3-6 sının seks bağılısı olduğunu bunlarında % 80 inin erkekler olduğunu söylüyorlar.

Seks bağımlılığının üç ana belirtisi var.

1- Cinsellikle ilgili konulara çok zaman harcama,

2- Zararlarını, tehlikelerini ve çıkaracağı sorunları bildiği halde davranışlarından vazgeçmeme,

3- Arzuladığı etkiye ulaşmak için artmış yoğunlukta tekrarlayan cinsel davranışa yönelme ve sıradışı cinsel eylemde bulunma.

Eğer çevremizde hatta ailede bu ölçüte uyan kişi çocuğun birinci derecede yakını bile olabilir. Bu ölçüte uyan kişiler varsa çocuk o kişi ile yalnız kalmamalıdır. Bu durum alkol şişesi ile alkoliği aynı odada yalnız bırakmakla aynı anlama gelir. Çocuklarımıza büyüklerinin cinselliği çağrıştıran davranışlarına hayır demeyi öğretmek çok önemlidir.

İleri yaşta kişinin kişilik yapısına ve sosyal durumuna uymayan ‘Hiperseksüalite’ tarzında bir ilgi ve eylem artışı varsa ayrıca değerlendirilmelidir. Yaşlıdır, zarar gelmez diye bilinen bu kişiler de ‘Frontal Demans’ denilen bir bunama türü olabilir. Çeldiricilere direnç gösteremezler ve arzularını baskılama zorluğu gösterirler. Bu kişiler yaptıklarının yanlış olmadığını savunurlar, hatalarını küçümserler. Komşusunun evini dikizleyen, yakınlarına sarkan yaşlıları acilen incelemek gerekir.

Bunamaya bağlı cinsel davranış bozukluğu gösterenlerin cezai ehliyetleri yoktur ve hacir altına alınmaları gerekebilir. Fakat seks bağımlıları böyle değildir cezai ehliyetleri vardır. Cezalarında indirim bile yapılmamalıdır. Adli Tıp incelemesi olmadan bir kanaate varmak son derece yanlış olur.

İstismar mı hastalık mı?

Kişi temelinde hareket edip yorumlarda bulunmak için yeterli bilgi ve veriye henüz sahip değiliz. Ayrıca bireyin sosyal konumuna ve onuruna dikkat etmemiz gerekir. Diğer taraftan ise benzer olayların tekrar yaşanmaması için sonuçlar da çıkarmak zorundayız.

Birinci önkabul; “Bir azgın teke ile karşıyayız bu kişi en ağır şekilde ibreti âlem için cezalandırılmalıdır.” Bu önkabulü savunanlar o kişinin suçunun henüz sabit olmamasına, eğer temize çıkarsa önyargılı hareket etmiş olacağımıza da cevap vermelidirler.

İkinci önkabul; “Sayın Üzmez büyük bir komploya kurban gitti.” Bu görüşte olanlar hakkındaki kuvvetli delilleri ve maznunun özgeçmişindeki cinsel zaaflarını göz ardı ediyorlar.

Üçüncü bakış; Konuya siyasi anlam yüklemek isteyen fırsatçıların yaklaşımıdır. Konunun gerçek olup olmaması değil bu olaydan nasıl siyasi ve ideolojik çıkarımlar yapılacağına zihin yorarlar. Emek vermeden çıkarını kollayan bu ‘Çakallar’ ı hepimiz biliriz.

Dördüncü bakış; ‘Dindar insan bu hatayı nasıl işler’ diye donup kalanlardır. Bu gurup safi zihinler dindarlığı şekle indirgemişlerdir. Karpuz gibi dışı yeşil içi kırmızı olan ‘Gardrop müslümanları’nı ayırt edemeyecek kadar dış görünüşe inanırlar.

Yalan söylemekten rahatsız olmayan, çok evliliği İslam’ın emri gibi gören, egosunu inançlarının önünde tutan, “Hz. Ali de en iyi ata binerdi” diyerek lüks araba değiştirip duran dindar tipine dikkat edelim. Hz. Peygamberin evliliklerine bakıp, 40 yaşına kadar kendinden 15 yaş büyük Hz, Hatice ile yetinmesini görmeyen bu dar bakışlı tipolojiyi iyi tanıyalım.

Üzmez olgusu gerçek dindarları çok üzdü. Ancak aynı zamanda ‘Ahirzaman Müslüman Tipi’ni irdelemek için bir fırsat oldu.

İnsanlar paranın sahtesini yaptılar ama para da sahte insanları tanımamıza vesile oldu. Aynen bunun gibi (kimse büyük konuşmasın) günümüzde dahi para, şöhret, şehvet sahte müslümanları ayırt etmede iyi bir turnusol kağıtı etkisi yapıyor.

Kadınlar beni tahrik ediyor diye kadınların üzerine baskı kuran, evden çıkarmayan erkek tipinin, nefsine hâkim olmayı ve tahrik olmamayı kendine öğreten erkek tipine dönüşmesi dileğiyle...