28 Mayıs 2009 Perşembe

Papatya ile sinir sisteminizi takviye edin

Papatya; sarı, beyaz, kırmızı çiçekleri olan bir ottur. Yaprakları ve çiçekleri kurutulur, tablet yapılıp saklanır. Kökü de aynı şekilde toplanıp, saklanır. Galen, papatyanın yumuşatma özelliğinin güle yakın olduğunu, ancak papatyanın sıcak olduğunu ve onun sıcaklığının zeytinyağı gibi normal olduğunu söylemiştir.
Papatya, yol kenarlarında, kıraç arazide yetişen bir bitkidir; bahar aylarında toplanır. Birinci derecede sıcak ve kurudur.

Papatyanın şifa verici etkileri

Açıcı ve yumuşatıcı yoğunluğu ve çözücü etkisinin yanında, hafif çekici özelliği de vardır. Muhtemelen, böyle çekici özelliği olmadan çözücü özelliği olması papatyaya hastır.
 
Papatyanın şişlere etkisi

Sıcak şişleri teskin eder ve onları soğutur. Çok sert olan şişlikleri yumuşatır, çözer. Eğer suyu içilirse, karnın iç organlarındaki yoğun şişleri yumuşatır, çözer.

Papatyanın hareket organlarına yararları

Gerilmiş, sertleşmiş eklemleri rahatlatır ve sinirleri güçlendirir; sinir sistemini takviye eder. O, güç kaybını önleyen ilaçların hepsinden daha etkilidir; çünkü onun sıcaklığı hayvan sıcaklığına benzer.

Papatyanın baş organlarına yararları

Beyini güçlendirir; soğuk baş ağrısına iyi gelir ve beyindeki fazlalık maddelerin çözülüp atılmasını sağlar. Çünkü o, çekmeksizin çözücüdür. Bu ona ait bir özelliktir. Ağızda oluşan aft üzerinde etkilidir.

Papatyanın görmeye faydası

Gözün fazla gözyaşı salgılamasına, çapaklanmaya, sivilce ve arpacık çıkmasına, göz ağrımasına iyi gelir.

Papatyanın solunuma etkisi

Nefes darlığına iyi gelir.

Papatyanın beslenme organlarına faydası

Saraya iyi gelir.

Papatyanın dışarı atan organlara etkisi

İdrar söktürür, taşı atar ve özellikle, kırmızı çiçekleri olanın bu etkisi vardır. Papatya, mesanenin soğuk ve sıcak ağrılarına iyi gelir ve regl kanını söktürür. Onun suyunda parlatma etkisi vardır ve plasentaya faydalıdır.

Papatyanın hummalara faydası

Onun yağı dört günde bir gelen nöbetleri olan hummaya yararlı olur; hastayı onun yağı ile ovmalıdır. Çok şiddetli olmayan, fakat kronik ateşli hastalıklara iyi
gelir. Ayrıca, bağırsaklardaki ve diğer bölgelerdeki ateşli yaralara iyi gelir; onlara merhem şeklinde tatbik edilir.

saglikveguzellik.net

25 Mayıs 2009 Pazartesi

KABAK ÇEKİRDEĞİ...

KABAK CEKiRDEGi

 Almanya'ya gittiğimde eczaneden

 birşey alacaktım raflarda bir

 küçük şeffaf kutuda (Sederjin kutusu kadar)kabak

 çekirdeğine benzer şeyler

 gördüm.Eczacıya bu nedir diye sorduğumda kabak

 çekirdeği dedi aldım baktım

 gerçekten çekirdek.Bayağı şaşırdım.Ne işe

 yaradığını sormadım ama Almanyada ilaç

 gibi satıldığına göre bir işe yarıyordur dedim ve 15

 yıldır hergün bir avuç

 yiyorum.Şimdi de bu mailde iyilikleri

 anlatılıyor.İnanıp,inanmamak.

Gerisi size  kalmış...

  Neymiş bu  kabak çekirdegi..

 her derde deva ..

aşagıdaki yazıyı  kabak çekirdekçiler mi

 yazmış bilmiyorum..

   

 Kabak çekirdeği

 birçoğumuzun zevkle yediği  bir kuruyemiş.

 Aslında yine  bir çoğumuzun da  bilmediği bir sağlık

 kaynağı.

 Kabak çekirdeği ciddi  bir bağırsak kurdu düşürücüdür.

Tuzsuz  tüketildiğinde çok hızlı ve  etkili

 bir şekilde tenyanın dökülmesine neden olur.

Bunun  için çocuklarda 40g

 büyüklerde 100g tuzsuz kabak çekirdeği

 yeterlidir.

 Kabak çekirdeğinin asıl mucizesi

Iyi  huylu prostat büyümesidir.

 (BPH) ile ilgili. Şu an kabak çekirdeğinin BPH'ı

 azalttığı hatta önlediği tıbben

 kanıtlanmış ve kabul görmüş durumda.

Yine BPH'la  bağlantılı ortaya çıkabilecek

 idrar yolları bozukluklarına da faydalı.

Bu mekanizma - phystosterin denen bir

 madde sayesinde oluyor.

 Kabak  çekirdeği  karotenoid içeriyor.

 Yapılan  araştırmalar karotenoidden zengin

 beslenen erkeklerin BPH  riskinin düşük olduğunu

 gösteriyor.

 Kalın bağırsak  kanseri riskini azaltıyor.

Ayrıca içerdiği E vitamini  ile hücre zarının

 oxide olarak bozulmasını önlüyor.

 Sağlıklı  hücreler kanserde önemli rol  oynuyor.

 Yine E  vitamini geç yaşlanmamızı ve  yaşlılığımızı genç gibi

 Geçirmemizi  sağlıyor.

 Lif içeriği de  kanserle işlikli.

Lifli  gıdalar kabızlık sorununu ortadan kaldırıyor.

Su tutup şişerek tokluk  hissi veriyor.

Bu sayede hem bağırsaklar normal  çalışıp sıkıntı yaratmıyor

Hem  de diet yapmış oluyorsunuz.

Ama en önemlisi kabızlık  önlenince  

Antioksidan  yani kanser yapan maddeler bağırsaklarda daha az kalıyor

 bu  da kanser  riskini azaltıyor.

 Kabak

 çekirdeği mineraller, esansiyel yağlar ve proteinler

 bakımından zengin.

 Ayrıca  içinde kemikler ve iştah için önemli bir madde

 çinko var.

Bir bardak kabak  çekirdeği  günlük çinko, demir ve E vitamini

 ihtiyacımızın tamamını,

yarım  bardak kabak çekirdeği  ise

günlük magnezyum  ihtiyacımızın tamamını  karşılıyor.

 Omega 3 ve omega 6  içeriği beyin  fonksiyonlarının düzenlenmesine

 yardımcı oluyor.

Zihinsel  gelişimi olumlu yönde  etkiliyor.

Arjinin adlı  amino asit sayesinde nitrit  oksik oluşumu ile

damarların  esnemesi ile ereksiyon  ve kalp problemlerinde

 kullanılma potansiyeli  yüksek olduğundan 

bu  alanla ilaç yapım  çalışmaları sürüyor.

 Fosfor

 içeriyor. Fosfor kemik oluşumuna yardımcı oluyor,

 böbrek fonksiyonlarını  düzenliyor.

Sağlıklı kemikler, kemik kanseri riskinin

 azalması anlamına  geliyor.

 Özellikle erkeklerde

 belirli bir yaştan sonra ortaya çıkan kemik   erimesini önlüyor

yahut  azaltıyor.

 Doymamış yağ

 oranı yüksek olduğundan kandaki trigliseridi

 düşürüyor yani kolesterol  sıkıntısının

çözülmesine yardımcı oluyor.

 Yine bu mantıkla ve phystosterin  maddesinin de 

yardımıyla damar kanserine iyi  geliyor.

24 Mayıs 2009 Pazar

Misvak nasıl hayat kurtarıyor?

Misvak nasıl hayat kurtarıyor?Diş macunları bazik olduğundan ağız içi dengeyi bozar.Misvakta ise yüksek konsantrasyonlarda asit veya bazik tabiatta maddeler yoktur.

Diş macunları ileri derecede bazik olduğundan ağız içi dengeyi bozar. Ancak bu nebati fırçanın (misvak) aktif kısmı haftada bir değiştirilerek yeni bir fırça kullanma avantajını sağlar. Misvakta ise yüksek konsantrasyonlarda asit veya bazik tabiatta maddeler yoktur.

Eğe Üniversitesinde yapılan bir araştırmada liflerinde baklava dilimi şeklinde anizotrop basit prizmatik bitki kristallerinin olduğu anlaşılmıştır. Bunun ise mekanik temizliğe tesiri büyüktür.


MİSVAK

Buhârî ve Müslim'in Sahîhleri'nde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'den şu hadis rivayet edilir: "Ümmetime güçlük çıkarmak korkusu olmasaydı, kendilerine her namaz vaktinde misvak kullanmayı emrederdim" (Tecrid-i Sarih. c1 s20l; c3 s15.)

.Yine Buhâri ve Müslim'in Sahîh'lerinde şöyle anlatılır: "Peygamber efendimiz gece namaza kalktığında ağzını misvak­la fırçalardı."

"Misvak, ağzı temizler, Allah'ın hoşnutluğunu kazandırır". Müslim'in Sahîh'inde de şu bilgiye rastlanır;

"Peygamber efendimiz evine girdiğinde ilk işi dişlerini misvaklamak olurdu". Misvak konusundaki hadisler oldukça çoktur.

Peygamber efendimizin ölüm döşeğindeyken bile dişini fırçaladığı doğru olduğu gibi: "Ben sizden daha fazla misvak kullanırım" dediği de doğrudur.


Misvak yapılan ağaçların en sağlıklısı "Erak" ağacı vb.'dir. Bilinmeyen bir ağaçtan misvak yapmamak gerekir. Zîrâ bazen zehirle­yici olabilir. Misvak kullanmakta kararlı ve ısrarlı olmak gerekir.

Kullanılan misvakların en iyisi gül suyuyla ıslatılanıdır. En faydalı olanlarından biri de badem kökleridir.

Teysir sahibi der ki: İddia ettiklerine göre; misvak kullanan kimse haftanın her Perşembe günü misvak kullanırsa, kafayı dinlendirir, duyuları netleştirir ve zekâyı keskinleştirir.

MİSVAK'IN YARARLARI:

Misvakta birçok faydalar vardır.

Misvakla ağzı fazlaca fırçalamak, ağızdaki yemek artıklarını ve dişlerin pasını giderir.

Dişleri mîdeden yükselecek gaz ve kirleri kabul etmeye hazırlar.

Normal şekilde fırçalanırsa dişleri parlatır.

Damağı güçlendi­rir.

Anti Septik (Mikrop kırıcı) özelliği vardır.

Dili çözer, sözün akışını kolaylaştırır.

Diş köklerindeki çürümeyi giderir,

Ağız kokusunu güzelleştirir.

Zekâyı berraklaştırır

Yemeğe karşı iştahı artırır.

Kokusu tükürük salgısını artırdığından dişetlerinin kurumasını önler. Diş etlerini sertleştirir.

Balgamı keser.

Görüşü güçlendirir.

Mîdeyi sağlamlaştırır

Sesi berraklaştırır.

Yemeğin sindirimine yardım eder.

Okumayı, zikir ve namazı canlandırır.

Uykuyu uzaklaştırır.

Rabbin hoşnutluğunu kazan­dırır.

Melekleri sevindirir ve sevapların sayısını artırır.

Bedenin rutubetini keser.

Veremi engeller.


Toz haline getirilmiş köklerinden macun yapılır. Kökleri kaynatılıp içilirse gonoreyi (bel soğukluğunu) önler. Dalak bölgesi ağrıları için çorba kıvamında içmek gerekir.

Diş macunları ileri derecede bazik olduğundan ağız içi dengeyi bozar. Ancak bu nebati fırçanın (misvak) aktif kısmı haftada bir değiştirilerek yeni bir fırça kullanma avantajını sağlar. Misvakta ise yüksek konsantrasyonlarda asit veya bazik tabiatta maddeler yoktur.

Ege Üniversitesinde yapılan bir araştırmada liflerinde baklava dilimi şeklinde anizotrop basit prizmatik bitki kristallerinin olduğu anlaşılmıştır. Bunun ise mekanik temizliğe tesiri büyüktür.

Bütün fırçalama metodlarına uygulanabilmesi, ağaçtan elde edildiğinden, istenilen boy, kalınlık ve şekilde temini, fırçalama anında liflerinin elektrikli diş fırçalarında olduğu gibi rotasyon yapması, kuvvet fırçaya dik uygulandığından mumlu diş iplikleriyle yapılan temizliğin eldesi, onu kıyas yapılamaz bir üstünlüğe eriştirir.

Misvak her zaman müstehabtır ancak namaz, abdest, uykudan uyanma ve ağız kokusunun değişmesi sıralarında müstehablığı daha da pekişir. Oruçluya da oruçlu olmayana da her zaman misvak kul­lanmak müstehaptır, çünkü misvak konusundaki hadisler geneldir. Oruçlunun misvak kullanmaya ihtiyacı vardır ve Rabbın hoşnutluğu­nu kazanmaya vesîledir. Rabbin hoşnutluğu da oruç tutulduğu za­man, tutulmadığı zamanlardan daha fazla istenir. Aynı zamanda mis­vak ağzı temizler, temizlik ise oruçlunun en üstün işlerindendir.


Sünen'de Âmir İbn-i Râbia'dan şöyle dediği rivayet edilir: "Ben Rasülullah s.a.v. oruçlu olduğu hal­de misvak kullanırken, sayılamayacak kadar çok gördüm".

Buhârî dedi ki; İbn-i Ömer şöyle der: "Peygamber efendimiz sabah akşam misvak kullanırdı".


Bilginlerin icmâ'ı: Oruçlu kimse vacip ve müstehap olarak ağzı­nı suyla çalkalar, ağzı çalkalamak ise (suyun boğaza ve ağzın içinde­ki her noktaya ulaşması bakımından) misvaktan daha kuvvetlidir, şeklindedir. Allah, kendisine kötü kokuyla yaklaşılmasını arzu etmez, bununla beraber misvak, Cenab-ı Hak c.c.'in kendisiyle ibadeti meşru kıldığı şeyler cinsinden de değildir (Yani Kullanmamak azabı gerektirmediği gibi kullanmak da ibadetin farzlarından değildir). Kıyamet gününde oruçlunun ağız kokusunun güzel olacağından bahsedilmesi, oruç tutmaya özen­dirme bakımındandır, yoksa kokunun kalıcı olması yönünden değil­dir, üstelik oruçlu kimsenin misvak kullanmaya duyduğu ihtiyaç oruçlu olmayandan daha fazladır.

Ayrıca Cenab-ı Hak c.c.'in hoşnutluğunu kazanmak, oruçlunun ağız kokusunu güzelleştirme arzusundan daha önemlidir. Yüce Allah c.c.'in misvak'a olan sevgisi oruçlunun ağız ko­kusunun olduğu gibi kalmasına olan sevgisinden daha büyüktür. Misvak, kıyamet gününde Allah'ın katında ağzın güzel kokmasına -ki bu kokuyu misvak gidermişti- engel olmuyor, üstelik oruçlu kimse ağız kokusunu misvakla gidermiş bile olsa kıyamet gü­nünde, oruçlu olduğunun belirtisi olarak ağzının kokusu miskten daha güzel olduğu halde geliyor. Tıpkı yaralı bir kimsenin dünyadayken yarasının kanını gidermekle emrolunmasına rağmen, kıyamet günün­de yarasının kanı kan renginde, kokusu misk kokusuna benzer halde geldiği gibi.

Daha doğrusu oruçlunun ağız kokusu misvakla kaybolmaz, bu­nun sebebi bellidir. O da midenin yemekten boşalmasıdır. Kaybolan, sâdece etkisidir. Dişlerin ve diş etlerinin üzerindeki katılaşma da aynı nedene bağlıdır.

Yine Peygamber efendimiz, oruçluyken müstehab ve mekruh olan şeyleri ümmetine öğretmiş, misvak kullandıklarını bile bile mis­vak kullanmayı mekruh olan şeyler sınıfından saymamış, üstelik en kapsamlı ve en geniş anlamlı sözlerle ümmetini misvak kullanmaya teşvik etmiş, ümmeti de O'nu oruçlu olduğu halde sayılamayacak kadar çok kez misvak kullanırken gözlemişlerdir. Ümmetinin, kendi­sine uyduklarını biliyordu, buna rağmen hayatında bir kez olsun, öğ­leden sonra misvak kullanmayınız dememiştir. Açıklamayı ihtiyaç duyulduğu zamandan sonraya bırakmak mümkün değildir. Allah her şeyi daha iyi bilendir.

MİSVAK AĞACININ MEYVESİ:

Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Câbir İbn-i Abdillah r.a.in rivayet ettiği hadislerdendir- rivayet edildiğine göre Câbir şöyle dedi: "Biz Peygamber efendimizle birlikte misvak ağacının meyvesini topluyorduk, Peygamber efendimiz orada bulunanlara: "Siz bu yabanî yemişin kararanlarını tercih ediniz! Çünkü onun siyahı en lezzetlisidir" buyurdu". (Kebâs, erak (misvak ağacı)'nın meyvesidir.)

Bu meyve hicaz toprağında yetişir, yapısı sıcak ve kurudur. Faydaları ağacının faydalarına benzer. Mîdeyi güçlendirir, sindirimi rahat hâle getirir, bal­gamı temizler, sırt ağrılarına ve dertlerin çoğuna fayda verir.

İbn-i Cülcül der ki: "Bu meyve kaynatılıp suyu içilirse idrarı çoğaltır ve mesaneyi te­mizler."

İbn-i Rıdvan da der ki: "Bu meyve mîdeyi kuvvetlendirir."

NASIL KULLANILMALIDIR?

Bir karış uzunluğundaki Misvak'ın bir ucunu ilk kullanımdan önce yumuşaması için suda (mümkünse gül suyunda) bekletiniz.

Çapı 1-3 arasında olmalı.

Yumuşattığınız ucun alttan 2-3 santimlik kısmının dışındaki sert tabakayı bıçakla kazıyın. İç kısımdaki lifler yumuşamaya başlamış olacak.

Yumuşamadıysa dişleriniz arasında ezerek yumuşatın. Lif lif ayrılmış bir fırçanız olacak.

Her kullanımdan önce Misvak'ı hafifçe dişinizle ezerek yumuşatın. Suya sokmadan, dişlerinize sürterek kullanın. İçinden gelen öz hem dişlerinizi beyazlatacak, hem de ağız kokusunu önleyecek.

Kullandıktan sonra yıkayıp ucu yukarıda kalacak şekilde dik olarak saklayın. Kullandığınız uç kısımdaki lifler "doğal olarak" eskiyip koptukça bu kısmı tamamen kesin.

Açma işini tekrarlayınız.

Misvak'ın uzunluğu bir karış, kalınlığı bir parmak kadar olmalı.

Misvak'ı tutuş şeklimiz ise sağ elimizin baş ve küçük parmağımız Misvak'ın altında diğer üç parmağımız üzerinde olacak şekilde olmalıdır.

Misvak'ı kullanırken fazla baskı yapmadan enine doğru kullanmalıdır.

Kaynak: İyibilgi

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Sihirli iksir Gözyaşı

 F. BURAK KAREN


Sihirli iksir Gözyaşı


Hissi faktörlerden ötürü ağlayan tek canlı insandır. Gözyaşının beden sağlığı ile birlikte ruhumuzu dinlendiren, bedenin üzerindeki stres yükünü azaltan ve böylece kalp sağlığımızı da koruyan hikmetleri dillerdedir. Hak katında toprağın bağrına, gözyaşlarından daha aziz hiçbir şey damlamamıştır.

Göz yaşlarımız, ruhun penceresi olan ve yalan söylemeyen gözlerimizin, iç dünyamızdan dışa açılan bir dilidir. Gözyaşı ruh inceliğinin şahitleridir. İnce insan, yüzünü gözyaşları ile yıkayan insandır. İçi sızlamayanlar, kirpiği ıslanmayanlar kem talih hoyratlarıdır.

Gözlerin hakikatleri, hakikati duyguları ve öz niyeti dilden lisandan daha net ifade ettikleri şüphesiz bir vakıadır. Kalpten merhametin, yalvarışın, dile getirilişin en müessir,en veciz şeklidir gözyaşı.

Hak Rahmetinin insan gözünde damla damla olmasıdır gözyaşı. Gözyaşı, İsa Nebi’nin nefesi gibi, cansız cesetlere can olma sırrını taşımakta ve âb-ı hayat gibi, ulaştığı her yerde hayatla çağlamaktadır.

Riya ile kirlenmemiş, haşyetle dökülen gözyaşları ilâhî azaba karşı bir sütredir.

Gözyaşı; gönüller iklimine sunulan nimetlerden sadece bir tanesidir. Kalbi yumuşaklara, merhamet dolu olanlara Allah´ın bahşettiği güzel bir nimettir. Hem de bedeli ödenmeyen, ödenemeyecek olan bir nimet.

Gözyaşı; ahirette cehennem alevlerini söndürecek tek ilaçtır.

Gözyaşı; yıldızları tanımaya doğru çıktığımız yolculukta, dünyada üşüyen bedenimizi ve yüreğimizi ısıtabilen bir güç, acizliğimizi ispatlayan bir sevdadır.

Gözyaşı; her türlü şeytanî oyunun büyüsünü bozacak sihirli bir iksirdir.

Gözyaşı; gözler yoluyla gönlün köpüren çağlayanlarıdır.

Gözyaşları, muhabbetin, şefkatin,acının, merhametin, gurbetin, hasretin, yakarışın ve yalvarışın en veciz tezahürüdür.

Gözyaşından daha samimi, daha içten, daha inandırıcı, daha berrak, daha olgun lisan var mıdır acaba? Öyle lisan ki, kelimesiz ve cümlesiz, fakat deruni manalı, pratik, sahibinin meramını en kestirme yoldan anlatan...

Gözyaşı; arzuların, özlemlerin, hareketlerin en azizini, en sıcağını ve hislerin en ateşlisini yansıtır. Gözyaşı sevda ağacının meyvesidir. En tatlı en sade ve en güzel olanı. Aynı zaman da sevda tohumunun yegane can suyudur.

Duyguların sıcak dili ve dışa yansımasının adıdır Gözyaşı.

Merhametin başlangıç noktası, sevdanın hayat kaynağı, kalpleri büyüten, hayatı güzelleştiren huzur iklimidir gözyaşı.

Gözyaşı; yüreğimizdeki kibri, kibirden doğan kötü duyguları, hastalıkları yıkayan, ruhumuzu temizleyen, Yaradan´ın önündeki acizliğimizin şahidi, ispatıdır. Kin ve nefret ateşini söndüren yağmurdur gözyaşı.

Net, yalın, riyasız hiçbir kelime telaffuz etmeden tüm çıplaklığıyla, duyguların ifadesidir gözyaşı.

Heybet, korku, saygı ve sevgi gibi insanı duygulandıran gönül tasını yakan; kalpten sefil arzuları sıyırıp atan, ulvi hislerin çepeçevre ruhu sardığı anın şahadet kanıdır gözyaşı.

Bulut bulut yükselip, Hak rahmetinin eteklerine dudak gezdiren, bu fani âlemin bekaya mazhar pırlantalarıdır gözyaşı.

Dilin, duygunun ve gönlün el ele, yüz yüze birleştiği, iç içe girdiği anın çiçekleşmesi üzerinde jaledir gözyaşı.

Gözyaşı;

Rabbinden rahmettir mümine.

Bir tesellidir anneye. Sevgiliye sığınak.

Mecnundan Leyla’ya kalan hatıra ve Resulden ümmetine merhamet.

Gözlerimizin yaşı dindiği günden beri, göklerin bereket pınarları da bir mânâda kurudu. Artık yağmıyor ilham yağmurları; bitmiyor güller, lâleler; gökten gelen ışıklar aksak ve vakit vakit esen yeller de perişan. Sema sakinleri âh u efgâna susamış, bulutlaşacak rahmet durmuş gözyaşlarından imdat bekliyor.

İman ve mârifet neşvesiyle, aşk u iştiyak şivesiyle, işlerine hata bulaşmış olabileceği endişesiyle ağlamıyor insanımız. Öteler ve akıbet korkusuyla, ufuklarının kararmasıyla ağlayanlar yok artık.

Saltanatları boyunca ağlamayı unutanlar, gamsızlar, dertsizler ve ağlanacak hallerine gülenler, hayatı oyun ve eğlence sanıp ömürlerini gülüp oynamakla geçirenler ağlıyorlar şimdi.

O gözyaşları cehaletimiz için akıyor. Kaybettiğimiz değerlerden habersizliğimize yanıyoruz. Kusurdan bir heykel haline gelmiş mahiyetimize, duygularımızın dumura uğrayışına ve hoyratlaşan gönlümüze ağlıyoruz. Fakat bu gözyaşları bilinçsizce ve anlamsız.

Daldan kopan bir meyve gibi yalnız düşüşümüze, ayaklar altında ezilişimize, rahmetten cüda kalışımıza ağlıyoruz. Habersizce ve beyhude olarak.

Elimizin altından uçan makamların, emrimizden çıkan insanların yokluğuna hayıflanıyor ve gözyaşı döküyoruz. Ahlanarak ve de vahlanarak.

Sahte yangıncıkları söndürebilmek için gözyaşı döküyoruz. Kaskatı gönüllerimizden esen kuru ve merhametsiz rüzgarlar eşliğinde.

NOT: Bakanlıklarda devir teslim törenlerinde akan gözyaşlarını görünce gönlümde coşan çağlayanları gözyaşlarına dökerek sizlerle paylaşmak istedim. Hepsi bu kadar…


fburakkaren@hotmail.com

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu maili aldiniz. Cunku bu gruba uyesiniz.
Bu Grup "Turkbilgi" grubudur.

Bu gruptan cikmak icin: Turkbilgi-unsubscribe@googlegroups.com adresine bos bir email atiniz.

Cevrenizdeki dostlariniz, kendi mail adreslerinden :  Turkbilgi-subscribe@googlegroups.com  adresine bos bir email gondermekle grubumuza katilabilirler. (Sonrasinda gruptan gelen maile Yanitla(Reply) diyerek maili tekrar gonderirseniz abonelik islemi tamamlanir.)

Ayrica bu grubu web dende takip edebilirsiniz=
http://groups.google.com/group/Turkbilgi
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


19 Mayıs 2009 Salı

Kuantum Kuramı

Yirminci yüzyılın başlarında geliştirilmiş olan Kuantum kuramına göre
gözleyen ve gözlenen birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Biz bir
doğa olayını gözlerken ve onun bir matematik modelini yaparak anlamaya
çalışırken sadece kendi yorumumuzu sergiliyoruz. Yani, akıl ve
mantığımızı kullanarak doğanın kendisini değil, kendimizi, kendi
zihnimizi ortaya koymuş oluyoruz.

 Örneğin, ışık ile yapacağımız bir tür deney bize ışığın dalgasal bir
yapıya sahip olduğunu söylerken, bir diğer farklı deney ise ışığın
küçük enerji paketleri olan ve parçacık gibi davranan foton'lardan
meydana geldiğini söyler. Şu halde ışık hem dalga özelliğine sahiptir
hem de parçacık.

 Sadece ışık değil tüm 'madde' dediğimiz nesneler dalga ve parçacık
özelliği gösterebilirler. Zira her nesne aslında bir enerji türüdür.
Enerji türleri ise kesin hudutlarla belirtilemeyen ve sürekli değişim
içinde olan yapılardır. Kuantum kuramı maddeyi enerji olarak tanımlar
ve maddeler arası etkileşimleri enerji alanlarının etkileşimi olarak
görür. Demek ki tüm evreni birtakım enerji alanlarının ortamı olarak
görebiliriz. Hareket ise enerji alanları arasında bir çeşit alış-veriş
veya dalgalanma olarak açıklanabilir.

 Aynı durum insanlar için de söz konusudur. Her insan bir enerji
alanıdır. Her insan çevresi ile sürekli enerji alış-verişi
yapmaktadır. Beslenmeden tutun da büyümeye, hatta düşünmeye kadar her
eylemimizde bir enerji alış-verişi vardır. Fiziksel bedenin çevresinde
de göze görünmeyen bir enerji alanı bulunmaktadır. Bu alan da
çevredeki diğer enerji alanları ile etkileşir, titreşime girer ve
rezonansa ulaşır. Bu olayı aynı titreşen bir diapazonun diğer bir
diapazonu da titreştirmesine benzetebiliriz. İki diapazon aynı
rezonans frekansına sahipse birine vurduğumuzda diğerinden de ses
gelir. İnsanlar da rezonansa girerek birbirlerini etkilerler. Rezonans
olduğunda bilgi içselleşir ve sadece bellekte değil, tüm bedende kayıt
olur. Buna yaşam bilgisi de diyebiliriz. Yaşam bilgisi tüm hücrelere
yayılan holografik bir bilgi türüdür.

 Fizik alemde etkileşmelerin zaman farkı ile oluştuğu inancı
hakimdir. Kuantum kuramı içinse 'zaman' ölçülebilir bir büyüklük
değildir. Mutlak zaman diye bir şey yoktur. Zaman her cismin bulunduğu
uzay bölgesine ve hızına bağlı olarak değişen göreli bir kavramdır.
Önemli olan '

an'dır. Her olayın oluştuğu an önemlidir. Bizler sürekli an içinde
varlığımızı sürdürürüz. İşte, yaşam bilgisi anında harekete geçebilen
ve etkinliğini anında gösteren bilgi türüdür.

 An kavramı ise noktaya benzer. Nasıl ki noktanın boyutu yoksa an'ın
da boyutu yoktur. Zaman ise bir süre içerdiğinden çizgi gibidir. Nokta
boyutsuz olup çizgi tek boyutlu bir yapıdır. Bunlar birbirine
indirgenemez. Aynı şekilde zaman da an'a indirgenemez. Fakat an
denilen noktasal zamanın sonsuzluğa açılabilen bir özelliği vardır.

 İnsan denilen varlığın iki temel özelliği; biri  beden ve diğeri de
tin yapısıdır. Beden, bizim biyolojik yapımızı ve tin de psiko-sosyal
yapımızı ifade eder. Şu halde insan bio-psiko-sosyal bir varlıktır.
Hem tin hem beden tüm canlılarda bulunur. Ama insan tini onun edimleri
ile ilgili olduğundan diğer canlılara göre çok daha gelişmiş ve
karmaşık hale gelmiştir. Hem tin hem beden "cevher" denebilen bir
kaynağa bağlıdır. Bu kaynak da sonsuz ve bütünsel "Ruh" olarak
tanımlanabilir. Her insan bu sonsuz kaynaktan kendi payına düşen
miktar kadar sebeplenir ve yararlanır. Hem tin, hem beden boyutunun
kökenine (orijinine) ulaşabilenler bu kaynaktan bilgi aktarabilirler.
Kuantum Kuramının şu savı deneysel olarak da kanıtlanmıştır:
 Eğer bir yapı başlangıçta bir bütün oluşturmuş ise, o yapıyı
parçalasanız dahi parçalar arasında etkileşim yerel olmayan bir
biçimde devam eder.
 Bu ifadenin anlamı şudur: Bütün parçalarından fazladır. Bütünü
oluşturan parçalar, bütünden ayrılsalar dahi bütünle etkileşmeye devam
ederler. Parçalar bütünden tamamen bağımsız bir varlık sürdüremezler.
Parçalar arası ve bütün ile parçalar arasında yerel olmayan bir
etkileşim vardır. Parçalarda hem bütünü hatırlayan (asıl yapıyı
unutmayan) özel bir bellek vardır hem de yeni dış etkilerden
birbirlerini haberdar etme yeteneği vardır. İnsan da sonsuz ve tümel
ruh olan kaynaktan ortaya çıkmış olduğundan onunla olan ilişkisi asla
kopmaz. O ilişkiyi kuvvetli tutup kopmasını önlemek her insanın
iradesi dahilinde olan bir durumdur.

 Nesneler da aynı kaynağa bağlıdırlar. Onların da bir dalgasal
boyutları, bir de parçacık boyutları vardır. Bu iki boyut tin-beden
boyutları gibi birbirlerine indirgenemeyen, birbirlerinden bağımsız
olan özelliklerdir. İşte, bu yüzdendir ki bir deney yapıldığında
nesnelerin ya parçacık veya dalga özellikleri ile karşılaşıyoruz. Oysa
ki her ikisi bir arada bulunur ve bu ortak özelliğin ortaya çıkışına
"Enerji" adını veriyoruz. Bu enerji evrenseldir ve her var olan
nesnenin esas değişmez dokusudur.


 İnsan istediği taktirde evrensel enerjiyi harekete geçirip yerel
olmayan bir iletişim kurabilir. Buna 'İstek Yasası' diyebiliriz. Bu
yetenek her insanda vardır, ama istek olmadıkça yetenek harekete
geçmez. İnsan kendini beş duyu ile kısıtlamadığı taktirde istek
yasasını harekete geçirerek birçok açıklanması zor olan işler
başarabilir. Öncelikle an içinde bulunmak ve trans (vecd) haline
geçerek zaman kavramından uzaklaşmak gerekir. İnsan istemedikçe
kendisine hiçbir ruhsal bilgi aktarılmayacaktır. Duyular ötesi
algılama da aynı şekilde istek yasası sayesinde gerçekleşir.

 Fakat bu istek determinist yasalarla açıklanamaz. İnsan her
istediğini yapabilme yetisine sahip değildir. Bu kanıda olanlar
aslında egolarına fazlaca önem verenlerdir. Çünkü, görelilik ve
belirsizlik doğanın temel yapısında bulunmaktadır. Kuantum Kuramı
"mutlak gerçek" kavramını "muhtemel (olası) gerçek" kavramı ile
değiştirmiştir. "Olası gerçek" görüşüne göre: Deney yapıp (karar
verip) sonuç ortaya çıkmadıkça gerçek hakkında bilgi sahibi olunamaz.
 Olası gerçek kavramına "potansiya", yani "gerçekleşmesi mümkün olan
fakat henüz gerçekleşmemiş olan" olarak da bakabiliriz. Hepimizin
bildiği "potansiyel enerji" kavramında gerçekleşmemiş olan iş yapma
kapasitesi gizlidir. Bu kavramın en genel şekli olan "potansiya"
kavramında "var olma kapasitesi" yatar. Şu halde varlık veya gerçek
dediğimiz oluşumu mutlak olarak değil, sadece göreli bir gizli
kapasite olarak düşünebiliriz. Bu kapasiteyi harekete geçirmek için,
an içinde tüm varlığımızla ve coşku ile olaylara katılmamız, fakat bu
katılıma asla bencil çıkarlarımızı dahil etmememiz gerektiğini
bilmemizde fayda vardır.

Kuantum kuraminin kendine has bir dunya gorusu vardir. Bu dunya gorusu
bizim boyutumuzdan algiladigimiz dunyadan oldukca farklidir. Fakat
kavramlari derinligine incelemeye basladigimizda goruruz ki bu iki
dunya gorusu bir araya getirilebilir. Hele de guncelik yasamimizda
Kuantum dunyasinin kavramlarini uygulamaya koyabilirsek tumuyle farkli
bir felsefeye sahip, oldukca genis dusunebilen bir insan olabiliriz.

Sizlere, burada Kuantum felsefesinden soz etmek istiyoruz. Bakalim bu
goruslerimi gundelik hayata uygulayabilecek misiniz?
*       Kuantum dunyasi kesikli bir birliktelik dunyasidir. Her nesne hem
dalga hem de parcacik oldugundan bizlerin parcacik olarak tanimladigi
enerji paketleri surekli dalgalardan olusmuslardir. Ancak kuantum
surekliligi bizim 3-boyutlu klasik sureklilik tanimina benzemez.
Kuantum dunyasi hem surekli hem sureksizdir. Yani, her surekli hareket
cok kucuk sureksiz hareketin toplamindan olusur. Bu bakimdan temelde
sureksizlik olmasina ragmen bir butuncul birlik vardir.
*       Kuantum dunyasinda kesin sinirlar yoktur. Yukardaki kesikli
sureklilik taniminin sonucu olarak kesin sinirlar aradan kalkar. Bir
noktada bulunan bir parcacik sureksiz olarak aniden farkli bir noktaya
atlama (sicrama) yapabilir. Bu bakimdan kesin ayirimlardan soz
edilemez. Her var olan etrafi ile birlikte bir butunluk icinde
varligini surdurur. Bagimsiz bir parcacik kavrami sadece bir basit
yaklasim olarak anlamlidir. Gercekte salt bagimsizlik diye bir olgu
yoktur.

*       Kuantum kuraminda zaman yerine "an" kavrami vardir. Yani, surekli
zaman diye bir sey yoktur. Her olay bir an icinde olusur ve bir diger
an farkli bir olaya donusur. "Gercek" ancak o an icin gecerlidir.
Surekli ve mutlak gercekten soz edilemez. Her var olanin kendi oz
zamani ve kendi oz gercegi vardir. Bu durumu Gorelilik kurami da iddia
eder ve kanitlar. Bir varligin gercegi kendine aittir. Evrensel gercek
yoktur.
*       Tek gercek bir enerji aginin var oldugudur. Ancak, bu enerji agi
surekli degisim ve donusum icindedir. Her an yeni bir yapida yeni bir
yogunlukta titresir ve dagilir. Enerji agini kesin olarak tanimlamak
dahi mumkun degildir. Cunku tanimlamak icin onu kesin sinirlar icine
hapsetmek, sinirlandirmak ve sabitlemek gerekir. Oysa ki bu ag ne
sabitlenebilir ne sinilandirilabilir, ne de tanimlanabilir.

Simdi, bu 4 noktadan hareketle yasamimiza yon vermek istersek
diyebiliriz ki:

Her insan bir sonlu-birliktelik varligidir. Kendini bagimsiz ve ayri
sanmasi bir yanilgidir. Beden yapisinin yaninda ve esdeger olarak
ruhsal bir yapisi vardir. Bu yapi Kuantum dalgasal yapisina benzer. Bu
bakimdan insan cevresinden soyutlanamaz. Cevresi ile gorunmez bir bag
icindedir. Bu bag enerji agi sayesinde tum evrenle etkilesir.
Insan zaman icinde degil "an" icinde yasar ve yasamalidir. Cogu insan
bu yonunu ihmal eder ve zaman icinde (ya gecmiste veya gelecekte)
hayal ederek yasar. Oysa ki asil olan an'dir. Her insanin kendi
gercegi vardir ve bu gercek paylasilamaz. Bu gercek evrensel degil
bireyseldir. Ancak, evrenle surekli etkilesen bir bireyselliktir bu.
alıntıdır.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Nar suyunun prostat kanserini yavaşlattığı kanıtlandı

Amerikalı bilim adamları, prostat kanserine karşı etkili olduğu düşünülen nar suyunun prostat kanserinin yeniden ortaya çıkma sürecini yavaşlattığını kanıtladı. Amerika'nın California ve Los Angeles Üniversitelerinden ve İsrail'in Rambam Tıp Merkezi'nden uzmanlar, altı yıllık bir çalışmanın ardından nar suyunun prostat üzerindeki etkisini ortaya çıkardı.

Uzmanlar, 6 yıl boyunca iki etaplı olmak üzere radyasyon veya prostat ameliyatından sonra prostata yol ajan antijen değerlerinde yükselme olan 48 denek üzerinde araştırma yaptı. Deneklerden bazılarına her gün yaklaşık 250 gram nar suyu içmeleri söylendi.

Altı yılın sonunda ise nar suyu içenlerle içmeyenlerin değerleri karşılaştırıldı. Nar suyu içenlerde prostat PSP (Prostata Spesifik Protein) oranındaki düşüşün, içmeyenlere oranla daha fazla olduğu görüldü.

Uzmanlar, elde ettikleri bu bulguları geçtiğimiz günlerde Chicago'da bulunan Amerikan Üroloji Birliği'nde kamuoyuyla paylaştı. Amerikan Üroloji Birliği sözcüsü Dr. Christopher Amling, "Bu araştırma, nar suyunun başarısız bir tedaviden sonra prostat kanserinin ilerlemesini etkili bir şekilde yavaşlatabildiğini gösteriyor" dedi. Amling, "Bu araştırma ve devam eden araştırmalar, bir gün nar suyunun aynı zamanda prostat kanserinden koruyucu bir madde olduğunu da ortaya koyabilir" diye ekledi.

30 Nisan 2009 Perşembe

İncir Hücreleri Yeniliyor

İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğu bildirildi.

Amerikan Diyetetik Derneği'nin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, tazesinin yaz aylarında, kurusunun ise her zaman bulunabileceği incirin, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olduğunu söyledi.
İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğunu belirten Dönmez; İncir, lif deposudur ve gut hastalığını iyileştirici bir enzim olan fisin içerir.

Ayrıca çok hafif bağırsak çalıştırıcı özelliği olduğu da bilinmektedir. İncirin anti-kanserojenik etkisi üzerinde de çalışmalar bulunmaktadır" dedi.

Sağlıklı sinir sistemi için şart!

Dönmez, Japonya'da yapılan bir araştırmanın deri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiğini ifade ederek, Ayrıca kemik sağlığı, kan pıhtılaşması ve sağlıklı sinir sistemi için gerekli kalsiyumun en yoğun bitkisel kaynağı olduğu bilinmektedir.

Anında enerji sağladığı ve krampları engellediği için sporcular için oldukça faydalı bir besindir. Özellikle kuru incir, demir ve potasyum açısından besin değeri yüksek bir meyvedir" diye konuştu.



"İncirin sakinleştirici özelliği bulunuyor"

İncirin, içerdiği bazı asidler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği taşıdığını da vurgulayan Dönmez, şunları kaydetti:

Besin değeri yüksek bir ürün olan kuru incir, kolay sindirilebilen fruktoz ve glikoz içerir. Protein miktarı birçok kuru meyvenin iki katından daha fazladır.

Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji, pantotenik asit, riboflavin, tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir. İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar sağlamaktadır."

Dönmez, daha olgunlaşmamış incirlerin oda sıcaklığında ve doğrudan güneş ışığı almayan bir yerde, olgun incirlerin ise buzdolabında saklanması gerektiğini belirterek, taze incirin ara öğünlerde veya salataları lezzetlendirmek için kullanılabileceğini ve kahvaltıda da tüketilebileceğini vurguladı.

"İncirin sakinleştirici özelliği bulunuyor"

İncirin, içerdiği bazı asidler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği taşıdığını da vurgulayan Dönmez, şunları kaydetti:

Besin değeri yüksek bir ürün olan kuru incir, kolay sindirilebilen fruktoz ve glikoz içerir. Protein miktarı birçok kuru meyvenin iki katından daha fazladır.

Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji, pantotenik asit, riboflavin, tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir. İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar sağlamaktadır."

Dönmez, daha olgunlaşmamış incirlerin oda sıcaklığında ve doğrudan güneş ışığı almayan bir yerde, olgun incirlerin ise buzdolabında saklanması gerektiğini belirterek, taze incirin ara öğünlerde veya salataları lezzetlendirmek için kullanılabileceğini ve kahvaltıda da tüketilebileceğini vurguladı.
--
Korkaklıkta mahçup olmak,ilerlemekte şeref var.İnsan,korkaklık gösterek, kaderin cilvesinden yakasını kurtaramaz.                
لا احب الكذب احب الصدق في كل شيء

Web Sitemiz: http://www.haberonay.com
Bloglarımız: http://gencmusalli.blogspot.com
http://islamiegitim.blogspot.com
http://musallihaber.blogspot.com
http://dusunceufuklarinda.blogcu.com
                      Hasan Ahmet Evliyaoğlu

29 Nisan 2009 Çarşamba

REFLÜ TEDAVİSİ MÜMKÜN OLAN BİR HASTALIKTIR

REFLÜ NEDİR?
Halk arasında Mide Reflüsü olarak bilinen Gastro Özofageal Reflü hastalığı mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Reflü, asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun asitten kendini koruma özelliğinin yok olmasından kaynaklanır. Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülmektedir.

Mide içeriği midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeniyle belirgin derecede asittir. Eğer onikiparmak barsağından mideye doğru safra geri akımı varsa mideden yukarı çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur. Reflü hastalığı, asitli veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten veya safralı mide içeriğinden koruyamaması nedeniyle oluşur.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen özellik bu mekanizmanın gevşekliğidir. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birlikte yaşanır. Mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir.

Hastaların en sıklıkla başvurduğu şikayet mide yanmasıdır.
Bunun yanında göğüste yanma ve ekşime,
Ağıza gelen acı bir tat,
Ağız kokusu,
Özellikle yemeklerden sonra ve tok karna yatıldığında geceleri rahatsız eden şişkinlik, geğirme ve boğulma hissi
Göğüste takılma ve sıkışma hissiyle birlikte kalbe baskı ve çarpıntı hissedilebiliyor.
Derin nefes almada güçlük çekilebiliyor.
İleri aşamalarda da;
kronik farenjit,
kronik sinüzit,
alerjik astım
ve diş çürüklerine gidilen bir süreç yaşanabiliyor.

REFLÜ ŞİKAYETLERİ BAŞKA HANGİ HASTALIKLARI ÇAĞRIŞTIRIR?
HAZIMSIZLIKLA İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Şişkinlik, geğirme, midede yanma ve hazımsızlık hissi
safra kesesi taşı olan insanlarda
Ülseri olan insanlarda
Gastriti olan insanlarda
görülebilir.

KULAK BURUN BOĞAZ HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Kronik farenjit
Kronik sinüzit
Ses kısıklığı
Kronik tahriş öksürüğü

GÖGÜS HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Alerjik astım
Kronik öksürük

KALP HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Çarpıntı
Kalpte sıkıntı hissi

Çocuklarda Reflü Meydana Gelişi
Yenildikten sonra yutulan besin içeriği veya tükürük kitlesel olarak yemek brorusun kasılma hareketleri ile yavaş yavaş ilerleyerek yemek borusunun alt ucuna gelir. Yemek borusunun tam mideye bağlanma yeri (ki burası göğüs kafesi içinde kalır) bir borunun diğer ucu gibi düşünülse de normalde kapalıdır. Bunu göğsümüzde nefes alırken negatif basınç, midenin üst kısmında (fundus) biriken gaz ve diyafragma kaslarımızın oraya yaptığı kıskaç rolü sağlar. Biz buna "kardioözofageal sfinkter" (KÖS) diyoruz, halk arasında ise "mide kapakçığı" olarak bilinir. Bir kapakçık değildir. Bu kapalı olan uç mide içeriğinin yemek borusuna geçmesini önler, ama yemek borusundan gelen besinleri ve tükürüğün mideye geçmesine izin verir. Yani yemek borusundan mideye doğru tek yönlü bir valf gibi çalışır. Eğer bu KÖS'ün olduğu noktadaki kaslar bebeklerde olduğu gibi tam gelişmemişse, buraya basınç uygulanırsa ya da gevşemesine neden olacak besin ya da ilaç alınırsa, bu noktavi bölge biraz aşağıda olursa ya da yukarı çekilirse buranın mekanizması bozulur. Böylelikle mide içeriği yemek borusuna geçer.

Reflü Hastalığı nedir?
Mideden yemek borusuna geçen (reflü olan) mide içeriğinin yukarıda belirtilen yerlere ulaşarak o bölgelerde (yemek borusu yüzeyi, yutak, ses tellerinin olduğu gırtlak, bronşlar) hasar, yangı, irritasyon oluşturması ile çocukda o bölgeye ait ortaya çıkan bulgulara "Reflü Hastalığı" denir. Ancak reflü olmasına rağmen bu bulgular her çocukda çıkmayabilir. O zaman bulgusuz reflü vardır. Ama bu potansiyel bir hastalık demektir.

Çocuklarda Reflü Hastalığı: Her Reflü Hastalık mıdır?
Mide ile yemek borusu arasında normal sağlıklı durumalarda da reflünün var olabileceğini yukarıda belitmiştik. Çünkü yutulan lokma veya tükürüğün mideye geçisi esnasında KÖS açılır ve bu sırada özellikle dolu bir mide ya da mide üst kısmında salgı varsa bir miktar yemek borusuna geçiş olur. Ama bunun miktarı az ve süresi kısadır. Yemek borusu bunu kasılarak mideye atar ve kendini temizler. Ancak buradaki KÖS'in çalışmasını bozacak yapısal neden yada fonksiyonu bozacak bir ilaç, besin vs kullanımı varsa temizleme uzun yada yetersiz olur. Süre uzun olursa reflü içeriği yemek borusunun ilk başlangıç kısmına (orafarenks) ve üst solunum yoluna oradan da gırtlak ve bronşlara kadar gider. Bu gidiş esnasında asit ve sindirici enzim içeren reflü içeriği önce yemek borusunun son derece zayıf, dirençsiz olan yüzeyini (mukozasını) dejenere eder. Yüzey (mukoza) harap olunca altındaki sinir uçları açığa çıkar ve bu da midenin hemen üstünde yanma vb bulgulara neden olur. Komşu organ olan kalp önünde de yanma olabilir ve bu kalp ağırısı ile karşabilir. Tam mide çıkışı yani dışarıdan KÖS'e uyan yerde en çok dejenerasyon ve yangı görülür. Bu yangı nedeniyle olan şişlik KÖS'ün kapanmasını daha da bozar. Bu yangı uzun sürerse bu önemli noktavi bölgenin (KÖS) daha yukarı kaymasına neden olur. Bu KÖS'ün kapanmasını daha da engeller. Daha yukarı bölgelere giden reflü içeriği hangi bölgede yangı oluşturusa orada bulgulara neden olur. Ancak ilginçtir ki her reflü olan çocukda reflü içeriği aynı olsa da aynı yangısal değişiklikler görülmeyebilir. Hatta bir çocukda yemek borusunda yangı, diğer çocukda yutak ve bir diğer çocukda yalnızca bronşlarda olabilir. Bunun nedeni her çocuğun genetik yapıdaki farklılıktan dolayı yemek borusu ve yemek borusuna olan kaçağın etkileyeceği yüzeylerin (boğaz, gırtlak, bronş?) direnci ve duyarlılığındaki değişik özellikleridir. Bu nedenle her çocuğun reflüye ait klinik bulguları farklılık gösterebilir. Hatta reflü olmasına rağmen bulgular yani hastalık tabi "reflü hastalığı" olmayabilir.

Mide içeriğinin özefagus (yemek borusu) içine geri kaçması ve özefagus mukozasının anormal şekilde uzun süreli olarak bu içerikle teması sonucunda ortaya çıkan distal özefagus yanığı ve buna bağlı yakınmalar dizisidir.

Gastrik içeriğin tek başına özefagusla teması daha ılımlı bir yanığa neden olurken duodenal içerikle birlikte reflünun ortaya çıkması daha ciddi yanıklara ve dolayısıyla komplikasyonlara neden olmaktadır.

GÖRH oldukça sık rastlanılmaktadır. Türkiye'de ki oranlar konusunda tüm populasyonu tarayan çalışma olmamasına rağmen rastlanma sıklığı batı ülkeleriyle benzer olduğu düşünülmetedir.

GÖRH yaygın bir hastalıktır ve özefagus patolojilerinin %75’ini oluşturur.
Hastaların bir çoğu antiasidler, H2 reseptör antagonistleri ve proton pompa inhibitörleri ile doktorlara uğramadan kendi kendilerini tedavi etmektedir.
Hastalığın iki yönü vardır.
Hasta açısından; neden olduğu bulguların hayat kalitesini bozucu etkileri
Hekimler açısından; oluşturduğu özefajitin tedavisi ve muhtemel komplikasyonların tedavisi
Önemli olan reflu ataklarının sayısı, toplam reflu sayısı,en uzun süreli reflu, toplam reflu zamanının toplam zamana oranıdır.
Neden Olur?
İnsanlarda mide içeriğinin özefagus içine kaçmasını engelleyen mekanizmalar
Etkili olarak çalışan bir alt özefagus sfinkteri (AÖS)
Özefagusun içeriğini mideye doğru ilerleten peristaltik dalgalar
Yeterli fonksiyonlu mide hacmi
Bu üç faktörden herhangi birindeki yetersizlik reflüye neden olarak özefagusta mukozal hasara neden olur. Reflunun uzun sürmesi durumunda komplikasyonlar (özefajit, Barret, darlık....) ortaya çıkar.
Norolojik ve motor hastalıklar
Özefagus peristaltizmin bozulması: Reflü, skleroderma, diffüz özefagus spazmı ve akalazya gibi hastalıklar sonucu peristaltik hareketlerin bozulmasıyla özefagus daha sık ve daha uzun süre mide asidi ile temas eder. Bu temas sonucu özofajit ortaya çıkar ve bu da özefagus peristaltizmindeki bozukluğun daha da artmasına neden olur.
Alt Özefagus sfinkterin yetersizliği: Gastroözefageal reflü hastalığının (GÖRH) en sık nedenidir. Mekanik olarak hasarlı bir sfinkter aşağıdaki özelliklerden biriyle tanımlanır:
-Ortalama alt özefagus sfinkter (AÖS) basıncının 6 mmHg'dan az olması
-Sfinkterin toplam uzunluğunun 1 cm veya daha az olması
-Sfinkterin karın içi uzunluğunun 1 cm veya daha az olması

Boğaza yabancı bir cisim takılması hissi, inatçı bir öksürük, ses kısıklığı, nefes almada zorluk ve ağız kokusu… Bunlar, “Boğaz Reflüsü/üst reflü”nün (Laringofarengeal Reflü) belirtilerinden sadece birkaçı. Boğaz Reflüsü, zaman zaman mide asidininin yemek borusuna kaçması ile kendini gösteren “Gastroözofageal reflü (GÖR) ile karıştırılmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde sinüzitten astıma; uyku apnesinden gırtlak kanserine kadar pek çok ciddi sağlık sorununa yol açabilen bu rahatsızlıkta, doğru tanıyı koymak ve uygun tedavi seçeneğini belirlemek önem kazanır. Ataşehir Memorial Tıp Merkezi KBB Bölümü’nden Doç. Dr. ç. Dr. Erkan Tarhan, “Laringofarengeal Reflu ve tedavisi” hakkında bilgi verdi.

Mide reflüsü yatarken, üst reflü ayaktayken rahatsız eder

Mide, kendisine gelen yiyecekleri sindirebilmek için asit salgılar. Mide içeriğinin ve sıvısının mide dışına çıkmaması için var olan kapakçık sistemi mide sıvısının mideden dışarı kaçağını önlemeye çalışır. Mide ile yemek borusu arasındaki kapakçık (alt özofagus sfinkteri) uygun çalışmadığı zaman, midenin asitli içeriği yukarıya yemek borusuna doğru kaçar. Buna “Gastroözofageal reflü (GÖR)” denir. Yemek borusu ile boğaz arasındaki kapakçık (üst özofagus sfinkteri) çalışmadığı zaman ise, mide içeriği aside, mide içeriğine ve safraya karşı çok daha hassas olan boğaza ve larinkse yani ses tellerine kadar ulaşır. Bu duruma ise, “Laringofaringeal reflü (LFR)” adı verilir. Bu reflü yaygın olarak bilinen mide reflüsundan farklıdır. Boğazda olan üst reflü gün içinde ve ayakta daha fazla iken, mide reflüsü yatarken daha sık ve rahatsız edicidir. LFR gelişiminde gırtlak ve yutak dokularının hassas yapısı ve bazı sinirsel refleksler, yemek borusu hareketleri de önemli role sahiptirler.

Reflüye bağlı ses problemleri ya asidin doğrudan irritatif etkisiyle ya da boğaz, gırtlak ve boyun kaslarının aside karşı refleks olarak kasılması ve sertleşmesiyle ortaya çıkar.

Her 10 KBB hastasından biri bu şikayetten yakınıyor

Avrupa popülasyonunun yaklaşık %30’unun reflü şikayeti olduğu bilinmektedir. Boğazda olan bu reflü nadir değildir ve KBB Polikliniklerine başvuran her 10 hastadan birinde görülmektedir. Ayrıca ses problemleri nedeniyle KBB Hastalıkları uzmanına başvuran hastaların en az %50’sinde LFR’nin ses probleminin ana veya yardımcı nedeni olduğu belirtilmektedir.


Hastalıkta sıklıkla karşılaşılan problemler;

-Ses kısıklığı, seste kabalaşma, ses problemleri

-Kronik öksürük, inatçı öksürük

-Geniz akıntısı

-Boğaz temizleme

-Boğazda takıntı hissi, yabancı cisim hissi

-Yutma problemleri

-Ağızda acı/ kötü tat

-Nefes almada zorluklar

-Ağız kokusu

-Kulağa yansıyan ağrı

-Ağza acı su gelmesi, göğüs ağrısı, mideden asit gelmesi, hazımsızlıktır.

Beslenme alışkanlıkları hastalığı gelişiminde büyük rol oynuyor

Tanı koymak her zaman kolay değildir. Çünkü hastaların şikayetleri bu hastalığa spesifik olmamaktadır. Öncelikle hastalardan ayrıntılı bir hikaye alınmalı, beslenme biçimleri, hayat tarzları, vücut kitle indeksleri, sigara, alkol, çay, kahve alışkanlıkları, mideye dokunan ilaç kullanımları, akşam yemeği ile yatış arası süre, çikolata, kuruyemişler, acı, sirke, acılı soslar, yağlı, şekerli beslenme alışkanlıkları, stres ve stresle baş edebilme durumları ve hatta dar kemer ve giysi kullanımları sorgulanmalıdır. Hastalarımızın daha önceki mide hastalıkları, bu hastalıklara yönelik kullandıkları ilaçlar ve geçirdikleri cerrahi operasyonlar da yine bilmemiz gereken noktalardır.

Ayrıntılı bir KBB ve baş boyun muayenesi şart

Videolarengoskopi bize reflü hakkında en çok bilgi veren görüntülü endoskopi sistemidir. Bunlar fiberoptik endoskopi veya videolarengoskopi ile üst solunum ve sindirim yollarının görüntülenerek değerlendirilmesidir. Bu sistem mide endoskopisine benzemez. Kameralı endoskoplarla boğazdan, gırtlaktan ve ses telleri ile yemek borusu başlangıç yerinden kayıtlı görüntüler elde edilir

Kesin tanıda iki problu asit ölçüm çalışmalarına da başvurulmaktadır.

Stres de tetikliyor

Maalesef LFR zor tanı konulan, düzenli tedavi alamayan bir hastalık olma özelliği taşımaktadır. Son yıllardaki tıptaki baş döndürücü gelişmelere teknolojik dönüşümün de eşlik etmesi sonrası LFR, önümüzdeki yıllarda ismini çok daha fazla duyuracak bir hastalık olacaktır. Hatalı beslenme tarzları ve yaşam şekillerine eklenen yoğun stres sonucu bu hastalık da görülme sıklığını artıracaktır.

LFR birçok hastalığın oluşumunda suçlanmaktadır: Bunlardan en önemlileri;

-Astım,

-Mikroaspirasyonlar (solunum yollarına asit ve mide içeriğin kaçışı),

-Akciğer hastalıkları,

-Hava yolu daralması (larengeal stenoz),

-Uykuda solunumun durması ile kendini gösteren tıkayıcı uyku apnesi,

-Ataklarla seyreden larengospazm,

-Gırtlak kanseri,

-Ani bebek ölüm sendromu,

-Kronik sinüzit,

-Kronik farenjit olarak sıralanabilir. Kronik farenjiti tedavisi olmayan bir hastalık olarak sayılmamalı, mutlaka bu hastalarda reflü varlığı sorgulanmalıdır.

Düzenli diyet, hastalığın tedavisinin en büyük yardımcısıdır.

Diyetin düzenlenmesi bu hastalığın sadece tedavisinde değil, aynı zamanda tekrarlamamasında da çok önemli bir yere sahiptir. Günümüzün modern yaşam biçiminde artık geçici, haftalık, aylık, mevsimlik dietler yerine doğru beslenme biçimini kendi hayat tarzımız olarak benimsememiz gereklidir. Bu öneriler ise;

-Yatmadan 3 saat önce herhangi bir gıda yememek/ içmemek (su dışında),

-Aşırı yemekten kaçınmak ve yemeklerden sonra hemen yatmamak,

-Kızartılmış gıdalardan uzak durmak,

-Alkol, kahve, çay, çikolata ve asitli içeceklerden kaçınmak,

-Rahatsız ettiği bilinen yiyecekleri tüketmemek olarak özetlenebilir.


Yaşam tarzı değişiklikleri de LFR’ de ilaç tedavisini destekleyen önemli parçalardan biridir.

Yatarken yatak başın 10-15 cm yükseltilmesi gerekir. Burada çift yastıkta yatmak değil, yatak başının yükseltilmesi amaçlanmaktadır. Dar giysilerden ve sıkı kemerden kaçınmalıdır. Sigara, alkol kullanılmamalı; ideal kilo korunmalıdır. Ayrıca karın bölgesini aşırı sıkan kıyafetlerden kaçınılmalıdır. Ek olarak:

-Yemeklerden hemen sonra yatmaktan ve eğilmekten kaçınmak,

-Aspirin gibi mideye dokunan ilaçları zorunluluk yoksa kullanmamak,

-Yoğun stresden kaçınmak veya stresle başa çıkma sanatını öğrenmek,

-Karın solunumu yapmak,

-Sık ve az miktarda öğünlerle beslenmek,

-Kafein ve nikotinden uzak durmak,

-Domates ve domates sosu içeren yiyecekler, acılı yiyecekler, ananas, sirke ve turunçgilleri ölçülü tüketmek,

-Çikolata, kuruyemişler, mentol ve alkollü içecekler alt yemek borusu kapakçığını bozar, bunlardan da uzak durmak,

-Yağlı yiyeceklerden kaçınmak,

-Tam yağlı süt yerine yağı azaltılmış veya yağsız süt ve süt ürünlerini tercih etmek sayılabilir.

Bu uzun öneri listesini okuyan hastalara burada bir noktayı hatırlatmak istiyorum. Elbette “Hayatımızdan yukarda sayılan besinlerin hepsini çıkarmamız şarttır.” diye bir çıkarım da bulunmak ağır bir istek olacak ve muhtemelen hiç uyulmayacaktır. Doğrusu ise adı geçen besinleri sınırlı ve az miktarlarda tüketmek olacaktır.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Matematik, artık hayat kurtarıyor!

 

'Bu dersin bize ne faydası var?' Matematik öğretmenlerinin en çok karşılaştığı sorulardan biri bu. Çoğumuz matematiği anlamaya çalışmak yerine bu sorunun cevabına kafa yorduk, eğitim sürecinde.

Günlük hayatımızda basit hesapların dışında yeri yoktu çünkü! Hocaların "Matematik muhakemeyi geliştirir." sözü ise ikna edici gelmiyordu. İşte şimdilerde bir ezber bozuluyor. Gelişen teknolojiyle matematik de hayatın içinde yer almaya başlıyor. Daha doğrusu, bu gerçek, matematiğe mesafeli duranların bile anlayabileceği şekilde kendini gösteriyor artık.

Tıptan işletme yönetimine kadar birçok farklı disiplinle ara kesit oluşturan bu bilim dalı, önemini daha da artırmış durumda. Örneğin tıpla birleşmesinden oluşan yeni 'matematiksel tıp' bilimi erken tanıda, hatta tedavide önemli bir işlev görüyor. Matematiksel tıbbın geliştirdiği yöntemler, kanser ve kalp hastalıklarından hücre modellerine kadar tıbbın birçok alanında kullanılıyor. Matematiksel yaklaşımlar klinik çalışmalarda olduğu kadar, hastane ve sağlık kuruluşlarının yönetimlerinde de başarılı sonuçlar veriyor.

ABD, Kanada, İngiltere ve İsrail gibi bazı ülkeler matematiksel tıp disiplinine ayrı bir önem veriyor. Üniversitelerde açılan ayrı fakülte ve enstitülerle yetinmeyen bu ülkeler büyük bütçeli özel araştırma merkezleri de kuruyor. Hatta bazı hastaneler matematiksel tıp üzerine ayrı birimler açıyor. Klinik ve sağlık sistemlerinde kullanılması durumunda etkinlik ve verimliliği artıran, özellikle çağımız hastalıklarından kanser, AIDS ve kalp sorunlarının tedavisinde kullanılan bilim henüz ülkemizde bilinmiyor. Medikal istatistik alanında çalışmalarıyla bilinen Tennessee Üniversitesi İstatistik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamparsum Bozdoğan (64), bu bilimin daha da gelişeceğine, tıbba önemli katkılar sağlayacağına vurgu yapıyor. Tabii bir de hatırlatmada bulunuyor: "Türkiye'deki sağlık sektörü ve kamunun bu alana yatırım yapması ülke için önemli bir adım olur. Bu konuda başarı sağlanabilmesi için tıp, matematik, istatistik ve veri madenciliği bilimleri ile uğraşan bilim adamlarının ortak çalışma yapması gerekiyor. Bu şekilde başarı sağlanır ve Türkiye bu alanda geri kalmamış olur."

Bu noktada akla bazı sorular geliyor: Matematiksel modeller tıpta nasıl kullanılıyor? Matematiksel tıp insanoğluna ne gibi faydalar sağlayacak? Bu ve benzeri soruları Türkiye'de 'matematiksel tıp' ve 'sağlık sistemleri mühendisliği' alanlarında çalışan sayılı akademisyenlerden Doç. Dr. Eyüp Çetin'e sorduk. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Sayısal Yöntemler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çetin'in (34) anlattıkları bu bilim dalının anlaşılması açısından oldukça önemli.

-Matematiksel yaklaşımlar sağlık alanında ne ifade ediyor?

Tıbbi kaynakların son derece kısıtlı olması, var olan kaynakların da etkin kullanılamaması sonucu dünyada her yıl yüz binlerce kişi hayatını kaybediyor. Tıpta ve sağlık sistemlerinde sayısal (kantitatif) tekniklerin kullanılması ile hasta kayıpları azaltılabiliyor. Yani hayat kurtarılıyor. Matematiksel ve istatistiksel yöntemlerin aktif hâle getirilmesi önlenebilir hataları da büyük ölçüde azaltıyor. Bir araştırmaya göre, önlenebilir hataların yüzde 98'inin sistemden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, hem klinik uygulamaların hem de sağlık sistemlerinin etkinliğinin sorgulanması gerekiyor. Bu noktada, matematiksel modeller imdada yetişerek tıpta ve sağlık hizmetleri planlamalarında çok etkili bir araç oluyor.

-Matematiksel modeller nasıl hayat kurtarabiliyor?

Günümüzde tıp ile matematiğin kesiştiği alanlar arttı. Matematiksel bilimler tıbbın klinik problemlerinin çözümünde etkin olarak kullanılıyor. Mesela, artık 'matematiksel onkoloji' adı verilen bir alt disiplin doğdu. Bu bilim dalı tümörün gelişimi, davranışlarının tanımlanması, incelenmesi, teşhisi ve tedavisinde destekçi. Çok başarılı uygulamalar var. Kanser prognoz yöntemleri, anjiyogenez, pH düzenleme, hücre-hücre yapışması, hücre-ilaç etkileşimleri, radyoterapi ve kemoterapi planlama akla ilk gelenler. Örneğin, ölümcül gliyoblastom (beyin tümörü) vakasında kullanılmak üzere 2000'de geliştirilen bir diferansiyel denklemden oluşan matematiksel model tedavide başarı sağladı. Geliştirilen bu model tümörün hangi yöne doğru yayılacağını çok sıhhatli bir şekilde ortaya koyuyor. Böylece, radyoterapi ve cerrahi operasyonlar daha başarılı planlanarak, hastanın daha uzun yaşaması sağlanıyor.

-Hastalıkların teşhisinde bu yöntemler nasıl kullanılıyor?

Başarılı uygulamalar var, teşhis ve tedavide. Örneğin prostat kanserinde biyopsi iğnelerinin sayısı ve hangi bölgeye hedefleneceği sorunu vardır. Doğal olarak mümkün olan az iğne sayısı ile en fazla oranda kanserli hücreyi yakalamak arzu edilir. 2003'te ABD'de yapılan bir çalışmada, prostat kanserini teşhis etme olasılığını maksimize eden bir optimal biyopsi protokol modeli geliştirildi ve daha az iğne ile daha yüksek oranda kanserli hücreler teşhis edilebildi.

-Peki tedavide durum nasıl?

Şüphesiz birçok matematiksel model var literatürde. 2006'da yaptığımız ve ABD'de önemli bir dergide yayımlanan çalışmamızı örnek olarak verebilirim. Bu çalışmada kanser hücrelerinin toplam tahribatını maksimize ederken aynı zamanda doza bağlı tüm yan etkileri ve maliyetleri minimize ettik. Biliyorsunuz, kanser tedavisindeki yan etkiler ileride ölümcül vakalara sebep olabiliyor. Geliştirdiğimiz model her ne kadar immüno, kemo ve radyoterapiden oluşan kompakt bir tedavi modeli olsa da mesela radyoterapi modeline kolayca indirgenebilmekte.

-Başka ne gibi klinik uygulamalar var?

Matematiksel modeller genel olarak kanser üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak diğer klinik alanlarda da varlık gösterebiliyor. Örneğin tıbbi biyoloji, nöroloji, pediatri ve psikiyatride sayısal yöntemler kullanılıyor. Matematiksel tıp açısından kardiyoloji açık bir alan.

-Modellerin hastane ve sağlık kuruluşlarının yönetiminde de etkin kullanıldığını söylediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Karar verme probleminin olduğu hemen her yerde matematiksel modeller kullanılabilir. Optimal hastane yeri seçimi, hekim/hemşire nöbetlerinin çizelgelenmesi, optimal personel atama, optimal fiyatlandırma, hasta kuyruklarının analizi, ameliyathane hizmetlerinin optimizasyonu, hastanelerde enfeksiyon kontrolü, etkinlik analizleri gibi birçok probleme çözüm bulabiliyoruz sayısal yaklaşımlarla. Diğer taraftan, epidemiyolojik, aşı ve biyoterör modelleri ile kan ve organ dağıtım modelleri gibi çalışmalarla sağlık hizmetlerinin makro planlaması yapılabiliyor. Örneğin, en son geliştirdiğimiz bir kan bankası lokasyonu modeliyle, kan bankalarının konuşlanacağı bölgeler optimal olarak öneriliyor. Matematiksel tekniklerle -hastalığın teşhis ve tedavisinden tutun, makro sağlık sistemine kadar- tıbbın her alanında yaklaşık yüzde 10-40 civarında iyileştirmeler sağlanabiliyor.

- Örnek verebilir misiniz?

2008'de açıklanan bir çalışmaya göre; 1999-2000 arasındaki verilerden New York City'de sadece ambulans gecikmelerinden dolayı akut miyokardiyal infarktüs (kalp krizi) sebebiyle ölen hastaların sayısı 201-390 arasındaydı. Söz konusu dönemde kalp krizinden 9743 hasta hayatını yitirmiş. Bunun üzerine ambulans sisteminin daha etkin çalışması için matematiksel formüller geliştirilmiş. Böylece ölümlerin azaltılması hedeflenmiş.

-Siz matematiksel tıp alanında çalışıyorsunuz; ama Türkiye'de bu bilim pek bilinmiyor...

Maalesef bilinmiyor. Dünyada bu disiplinlerarası konuya gerçekten yoğun ilgi var. Ülkemizde de bu disiplinler arasındaki geçişlerin süratle sağlanması gerekiyor. Artık matematik, istatistik ve veri madenciliğinin de katkısıyla çoğu tıp problemine çözüm getirilebiliyor. Hastane, sağlık kuruluşları ve sağlık politikası yöneticileri de sayısal yöntemlerin gücünün farkına yeterince varmış değil henüz. Daha iyi hasta memnuniyeti, daha mutlu sağlık çalışanı, etkin sağlık servisi ve daha çok kâr için gerekli olduğunu düşünüyorum kantitatif yaklaşımların.

- Bu disiplinin Türkiye'de de etkin kullanılması için neler yapılmalı?

İÜ Onkoloji Enstitüsü'nde verdiğim 'matematiksel onkoloji' konulu konferansta ve benzeri toplantılarımda tıpçıların yakın ilgisini gördüm. Dolayısıyla dünyada olduğu gibi ülkemizde de, matematik ile tıp bir araya getirilebilir. Bu alanda ortak kongre, konferans düzenlenebilir. Ayrıca, tıp fakültelerinde ve lisansüstü sağlık bilimleri enstitülerinde sayısal derslerin artırılması yoluna gidilebilir. Dünyaya paralel olarak bu ilişki kurumsal hâle getirilebilir. Örneğin, University of Nottingham'daki 'Center for Mathematical Medicine and Biology' gibi merkez ya da enstitüler kurulabilir. Üniversitelerde ya da kurumsallaşmış hastanelerde bu konuda birimler kurulmalı. Dünyaca ünlü Harvard Business School'da 2005'te Sağlık İnisiyatifi birimi kuruldu. Bu birim son zamanlarda, yakınlarına böbrek vermek isteyip de böbreği uymayanlar arasında 'böbrek değişimi'ne imkân tanıyan bir matematiksel model geliştirdi ve bu proje New England'da başarılı şekilde uygulanıyor.

Kaynak: Zaman
Okunma : 181

Mutluluğun Reçetesi

Sevgili arkadaşlar Hep mutlu olmanız dileğiyle.. Bu güzel yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum:) Bildiklerimizi tekrar hatırlamak için.. Sevgiler..


Hastaların en çok önem verdikleri şey hazırlanan reçetelerdir.
Reçeteleri "altın öğütler" gibi görür, dikkatle uygular ve çoğu zaman da saklayıp biriktirirler. Haklılar!

Çünkü bunlar yapılması gerekenlerin özeti, güvenli birer yol haritasıdır.
Reçeteleri yalnız doktorlar hazırlamaz. Başka "reçete yazıcılar" da vardır.
Mesela ekonomistlerin yazdığı reçeteler buna örnektir ve bunlara bugünlerde çok itibar ediliyor.

Ernie E. Zelinski de bilge kişilerin çağlar boyunca söylediklerinden yararlanıp bir mutluluk reçetesini oluşturmuş (Bay Zelinski geçenlerde bizim ülkemize de geldi). Kanımca bugüne kadar yazılmış en iyi reçetelerden biri bu.
Bu reçeteyi mutlaka bir kenara not edin. Kesip saklayın. Mümkünse eşe, dosta, sevgiliye, arkadaşa fakslayın.
E-posta veya telefon mesajı ile yollayın. Ama en önemlisi mutlaka uygulayın.

İŞTE REÇETENİZ:

Doyum sağlayacak kadar bir amaç

Geçinebilecek kadar bir iş

Temel ihtiyaçlara yetecek kadar zenginlik

İş ve eğlenceyi dengeleyecek kadar sağlıklı bir akıl

Birçok insanı beğenecek, bunlardan birazını da sevecek kadar şefkat

Kendini sevecek kadar öz saygı

Muhtaç olanlara verecek kadar iyilik duygusu

Zorluklarla yüz yüze gelecek kadar cesaret

Sorunları çözecek kadar yaratıcılık

Her an gülecek kadar mizah duygusu

İyi bir yarını bekleyecek kadar umut

Hayatı bütün değerleri ile yaşayacak kadar bir sağlık

Sahip oldukların için şükran duygusu

Reçetenizdeki 13 ilaçtan siz hangisini beğendiniz bilmiyorum ama benim favorim sonuncudur:

SAHİP OLDUKLARINIZIN DEĞERİNİ BİLİN

"Sahip olduğunuz şeylere şükran duymak". Bu ilaç her eczanede bulabileceğiniz çok eski ve güçlü bir
moleküldür. Sahip olduğunuz her şeyi kaybettiğinizi sonra da bulduğunuzu düşünün. Nasıl da mutlu olurdunuz. Sahip olduğunuz şeylerin, sağlığınızın, eşinizin, çocuklarınızın, arkadaşlarınızın ve dostlarınızın değerini bilmek...

Kendinize, bilginizi, yeteneklerinizi ve kendinizi sevme fırsatını vermek... Mutluluğun peşine düşmek yerine,
biraz da onun sizi bulmasını beklemek, kısacası bulduğunuz ve olduğunuzla yetinmek bu ilacın en önemli faydalarıdır. Reçetenin etkinliği arttırmanın diğer yollarını ise Mark Twain yazmış:

"Palamarı fırlatıp at. Güvenli limanlardan uzaklaş.
Bırak alize yelkenleri şişirsin.
Araştır, düşle ve keşfet".

Sahip olduklarınıza şükür ettikçe keşfetme yeteneğinizin iyice artacağından kuşku duymayın.
En sık kullandığım diğer ilaçları da yazabilirim:
Sağlık, umut, amaç ve şefkat!
En iyi sonucun ilaçların tümünün sürekli olarak kullanımıyla alındığını da hatırlatırım.

ALINTIDIR..

[ Erdemliler Hareketi ] 10 BASİT ÖNLEM

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2030 yılında insan ölümlerinin çoğu kanser sebebiyle gerçekleşecek. Veriler kansere yakalanan insan sayısını 24 milyon, kanser nedeniyle ölen insan sayısını 17 milyon, kanserle yaşayan insan sayısını ise 75 milyon olarak öngörüyor.

Geçmiş verilere bakıldığında kanser sıklığında yüzde 100 artış bekleniyor. Bu artıştan en çok da ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler etkilenecek. Ülkemizde 1-7 Nisan arası Kanser Haftası olarak belirlendi. Bu vesileyle kanserin erken teşhisi ve kanserden korunma yolları hakkında bilgilerinizi pekiştirmenizde yarar var.

1. Sigarayı bırakın

"Dumansız Hava Projesi"ni destekleyin. Sadece sigarayı bırakarak yaşamınıza 10 yıl katabilirsiniz. Bu yıl kendiniz için bir adım atın, sigarayı bırakmak için çaba gösterin, profesyonel bir yardım alın ve dumansız bir hava sahası oluşturun.

2. Sağlık taramanızı aksatmayın

Yıllık check-up programlarınızı ertelemeyin. Kadın ve erkeğe yönelik tarama testlerinizi mutlaka yaptırın. Unutmayın ki; bazı kanser türleri erken saptandığında yüzde 90 ve üzerinde oranla tamamen yok edilebiliyor. Ailesinde kanser hastası olan, belli bir yaşın üstündeki bireylerin belirlenerek daha titiz incelemelerin yapılması gerekiyor.

3. Fazla kilolardan kurtulun

Fazla kilo rahim, kolon, göğüs, yemek borusu ve böbrek kanseri riskini artırıyor. Yüzde 10 kilo kaybı ise kişiyi yüzde 50’lere varan oranda kanser riskinden koruyor. Akdeniz tipi diyetin sağlıklı olduğu giderek daha iyi anlaşılıyor. Zeytinyağı, yeşil gıdalar, taze ve işlemden geçirilmemiş ürünler, bol lifli beslenme her tip kanseri engelleyebilir. Yüksek kalorili, yağ içeriği zengin, lifi düşük beslenme, özellikle mide ve bağırsak kanseri açısından risk oluşturuyor.

4. Aktif olun

Kanserden korunmanın en iyi yollarından biri de aktif bir yaşam tarzıdır. Günde 10 bin adım felsefesi hareketli bir yaşam için öneriliyor. 5 gün boyunca 30 dakika yapılan egzersizle ciddi anlamda kanserden korunabilirsiniz.

5. Yeşil gıdaları artırın

Yapılan çalışmalar haftada 3 veya 4 kez salata yenmesinin sigaraya bağlı akciğer kanseri riskini azalttığını gösteriyor. Çünkü yeşil sebzelerde hücre tamirinde görev alan antioksidan moleküller bol miktarda var.

6. Alkolden uzak durun

7. Yiyeceklerinizi renklendirin

Son yıllarda yapılan bir çalışma sebzelere ve meyvelere kırmızı, mor ve mavi rengini veren antosiyanin adı verilen maddenin kolon kanseri riskini azaltıyor.

8. Kırmızı eti azaltıp, beyaz ete yönelin

Kırmızı et, içerdiği yüksek yağ oranıyla damar sertliği ve birçok kronik hastalığa neden olur. Beyaz et tüketimi sağlıklı bir tercihtir. Yüksek hayvansal yağ tüketimi kansere yol açar.

9. Güneş ışığından korunun

Cilt kanseri en sık görülen, ama bunun yanında en sık önlenebilen kanser türleri arasındadır. Güneş ışığı içerdiği ultraviyole ışınlarla cilde zararlı olduğundan çok güneş alan bölgelerin özellikle baş ve boyun bölgesinin ciddi şekilde korunması gerekiyor. Kremler, gözlükler ve şapkalarla UV ışınlarından korunabilirsiniz.

10. Emzirin

Bütün anne adaylarına duyurulur! Bebeğinizi ne kadar uzun süre emzirirseniz, o kadar daha az meme kanserine yakalanırsınız.

Dogadan Evinize

SIZMA ZEYTİNYAĞI

TURKIYE'NIN EVE TESLIM DOGAL GIDA ALISVERIS SITESI

11 Mart 2009 Çarşamba

FW: DR .ERKAN TOPUZ saglik ögütleri


 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI PROF DR .ERKAN TOPUZ

 TARAFINDAN DİLE GETİRİLEN YAPILACAK VE YAPILMAYACAKLAR LİSTESİ :

 
1. GÜNDE EN AZ 6-7 SAAT KARANLIK ODADA UYUMAK GEREKİR.
 
2. HAFTADA EN AZ 6 GÜN ERKEN YAT ERKEN KALK
 
3. ELEKTRONİK ARAÇLARDAN UZAK DUR KULANMADIĞINIZ ZAMAN AÇIK VE YANINIZDA TUTMAYINIZ.
 
4. BİLGİSAYARINI AÇIK TUTMA
 
5. TELEFONDA KISA KONUŞ
 
6. CEP TELEFONU İLE KONUŞMAN 30 SANİYEYİ GEÇMESİN
 
7. ŞAMPUANLAR VE DUŞ JELLERİ KANSEROJEN. VÜCUDUNUZU SABUNLA TEMİZLEYİN VE BOL BOL DURULANIN
 
8. ZAMAN ZAMAN YALIN AYAK TOPRAKTA YÜRÜYÜN
 
9. GİYDİĞİNİZ TERLİĞİN LASTİK- PLASTİK OLMAMASINA DİKKAT EDİN
 
10. GECE UYURKEN ODADAKİ TELEVİZYONU BİLGİSAYARI VS FİŞTEN ÇEKİN VEYA ANA DÜĞMESİNDEN KAPATIN
 
11. CEP TELEFONUNUZU GECE UYURKEN YATTIGINIZ ODADA BULUNDURMAYIN
 
12. HAFTADA 4 KEZ BALIK YE VE BALIK ÇORBASI İÇ BALIĞIN KILÇIĞI KANSER ÖNLEYİCİDİR. MÜMKÜNSE
 
                        BALIĞI KILÇIĞI İLE YE
 
13. ZERDAÇAL (KÖRİ) Yİ BOL BOL KULLAN SALATALARINA EK, ÇORBANA KÖFTENE KOY VS
 
14. GÜNDE İKİ BARDAK DOMATES SUYU İÇ
 
15. KEPEK EKMEĞİ VE EKMEĞİN KABUĞUNU YE BELEDİYE EKMEĞİ GENÇLER İÇİN İYİ
 
16. TUZ KULANMAK İSTİYORSAN KAYA TUZU KULLAN
 
17. ZEYTİNYAĞI FAYDALI SABAH KAHVALTISINDA BİR ÇORBA KAŞIĞI ZEYTİNYAĞININ İÇİNE KEKİK,
 
                        NANE, KÖRİ, KOYUP YE
 
18. ESMER PİRİNÇ TÜKET
 
19. ZEYTİN ÇOK YARARLI BOL BOL TÜKET
 
20. YAĞSIZ PEYNİR VE KEÇİ PEYNİRİ YE
 
21. HAFTADA EN ÇOK İKİ KEZ KIRMIZI ET YE
 
22. ÇAY ÖNERİSİ-YEŞİL ÇAY+BÖĞÜRTLEN+ISIRGAN+LİMON KABUĞU NU KARIŞTIR KAYNAT GÜNDE İKİ KUPA İÇ
 
                        DİKKAT BUNU İLAÇ ALMAYAN İNSANLAR İÇEBİLİR
 
23. EĞER HİÇ BİR İLAÇ İÇMİYORSANIZ VEYA İLAÇTAN 6 SAAT SONRA BİR SU BARDAĞI GREYFURT SUYU İÇİN
 
24. BİTKİSEL OTLARI ALIRKEN İNTERNETTEN ALIŞVERİŞ YAPMAYIN-TARIM BAKANLIĞI ONAYI OLANLARI
 
                         ECZANELERDEN ALIN
 
25. SENTETİK YASTIK YORGAN KULLANMAYIN PAMUIK YORGAN YASTIK DAHA SAĞLIKLI
 
26. ÖZELLİKLE BEYAZ İÇ ÇAMAŞIRLARINIZI KAYNATMADAN GİYMEYİN ÇÜNKÜ BEYAZLATICI MADDE
     
                        KANSEROJEN BİR MADDEDİR
 
27. MUTFAKTA TEFLON BULUNDURMAYIN CAM-ÇELİK-PORSELEN KAPLARDA PİŞİRİN
 
28. SENTETİK MALZEME İÇEREN HALI KULANMAYIN
 
29. AYAKKABI İLE EVDE DOLAŞMAYIN
 
30. ORGANIK ÜRÜNLER TÜKETİN EN AZINDA SEBZE MEYVEYİ MEVSİMİNDE TÜKETİN
 
31. FASTFOOD KANSEROJENDİR
 
32. ACI BİBER KANSERE ÇAREDİR
 
33. HAFTADA EN AZ BİR KÖY YUMURTASI TÜKETİN VE ÖZELLİKLEDE BEYAZINI DAHA ÇOK TÜKETİN
 
34. ELMA SİRKESİ MERTABOLİZMAYI HIZLANDIRIR GÜNDE BİR TATLI KAŞIĞI İÇİN

                                ( kadınlarda kemik erimesine sebep oluyor. dikkat edin)
 
35. HER SABAH AÇ KARINA BARDAK ILIK SU TÜKETİN
 
36. KURU ERİK, BÖĞÜRTLEN, ÇİLEK TÜKETİN
 
37. HAVUZLARDA KULLANILAN KLOR KANSEROJENDİR EĞER GİRERSENİZ DE HEMEN DUŞ ALIN
 
38. İÇME SUYU-İSTANBULDA ŞU ANDA BELEDİYENİN SUYU İÇİLEBİLİR EĞER SATIN ALIYORSANIZ 3 AYDA BİR
 
                         MARKASINI DEĞİŞTİRİN
 
39. KIZARTMA YEMEYİN HAŞLAMA BUĞULAMA YENMELİDİR
 
40. MİKRO DALGADA FAZLA ISITMA
 
41. YANMIŞ YİYECEKLER KANSEROJENDİR
 
42. DİŞ FIRÇALARKEN KURU FIRÇAYA MACUNU KOY FIRÇALA SONRA DURULA
 
43. KURU TEMİZLEME KANSEROJENDİR
 
44. DOMATES ORGANİKSE VEYA MEVSİMİNDE KANSER ÖNLEYİCİDİR
 
45. ELMAYI KABUĞU İLE YE
 
46. SEBZEYİ MEYVEYİ ÖNCE ELMA SİRKELİ SUDA 20 DAKİKA BEKLET SONRA DURULA YE VEYA KULLAN
 
47. BROKOLİ, KARNIBAHAR, ISPANAK, LAHANA. KIRMIZI TURP, KARA TURP, HAVUÇ, MAYDANOZ,
 
                       REZENE, TERE TÜKET
 
48. EN YEŞİL, EN KIRMIZI, EN SARI OLAN YİYECEKLERİ YE
 
49. YEŞİL ÇAYI GÜNDÜZ TÜKET
 
50. KARA ÜZÜM, KARADUT, BÖGÜRTLEN ŞURUBU, ANANAS TÜKET
 
51. ÇİN ÜRETİMİ HİÇ BİR ŞEY KULLANMA ŞU ANDA MADE İN CHİNA YERİNE PRC (PEOPLE REPUBLİC OF CHİNA)
 
                         YAZIYORLAR DİKKATLI OL.
 
52. SÜT YERİNE AYRAN VE YOĞURT TÜKET ÇÜNKÜ SÜTE HAYVANIN GÜBRELİ YEDİĞİ OTLARIN KALINTILARI
  
                         KARIŞABİLİYOR
 
53. FINDIK, FISTIK, CEVİZ KABUKLU AL KIR ÖYLE GÜNLÜK BİRAZ TÜKET
 
54. MEVSİMİNDE ÇEKİRDEKLİ KARPUZ ÇOK FAYDALI
 
55. ŞARABA BÖCEK İLACI KARIŞIYOR O NEDENLE KANSEROJEN, BİRA KOLON KANSERİNİ ARTIRIYOR, BUNLAR
 
                         YERİNE KARA ÜZÜM YE
 
56. MEYVE SUYU YERİNE TAZE MEYVE TÜKET MEYVE SUYU ŞİŞMANLATIYOR
 
57. HAREKETLİ HAYATI TERCİH ET
 
58. OKSİJENLİ ORTAMDA GÜNDE EN AZ YARIM SAAT 45 DAKİKA YÜRÜ
 
59. SİGARA İÇİYORSANIZ YÜZDE 85 VEYA 90 AKCİGER KANSERİ OLACAKSINIZ VE KALP KRİZİ GEÇİRECEKSİNİZ
 
                        DEMEKTİR.SIGARAYI BIRAKINCA VÜCÜT 10 YILDA YENİLENEBİLİYOR. HEMEN SİGARAYI BIRAKIN. BIRAKINCA
 
                        KIRMIZI OLAN ÜRÜNLERİ TÜKETİN MEYAN KÖKÜ VE KARA MEŞENİN KABUĞUNU EZİP TOZ OLARAK ALIN BU
 
                        VÜCÜDUN DAHA KOLAY  TEMİZLENMESİNİ SAĞLIYOR . 2015 YILINDA 9 MİLYON KİŞİ AKCİĞER KANSERİ
 
                        OLACAK. YİRMİ SANİYEDE BİR KİŞİ AKCİĞER  KANSERİ OLUYOR.
 
60. AKCİGER KANSERİ BELİRTİLERİ OMUZ AĞRILARI, YÜKSEK ATEŞ, ÖKSÜRÜK VE KANLI BALGAMDAN
 
                        ANLAŞILIR.
 
61. STRESTEN UZAK DURUN KANSERİ TETİKLİYOR: YOĞA, MEDİTASYON, NAMAZ STRESE IYI GELİYOR
 
62. TANRIYA INAN, DOKTORA INAN, AİLE SEVGİSİNE BAĞLILIK GÖSTER Kİ STRESİN ETKİLERİNİ MEN ET
 
63. ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ VE KETEN TOHUMU GÜNDE BİR TATLI KAŞIĞI TÜKET
 
64. GÜNDE BİR SU BARDAĞI AKŞAMLARI KEFİR TÜKET GÜNDE BİR KEZ BÜYÜK APDESTE ÇIKILMASI GEREKİR
 
                        EĞER OLMUYORSA İLERDE KOLON KANSERİ OLMA OLASILIĞI YÜKSEKTİR.

                        BUNA DİKKAT ET
 
65. MENAPOZDAKİ KADINLARIN VÜCUDUNDA ÖDEM OLUR BUNU ATMAK İÇİN KİRAZIN SAPI+MISIR
 
                        PÜSKÜLÜ+MAYDONEZ SAPI KÖKÜ+DEFNE YAPRAĞINI 5 DAKİKA SICAK SUDA BEKLET

                        İÇ GÜNDE EN ÇOK İKİ KUPA OLARAK BU BİRİKEN ÖDEMİ ATIYOR
 
66. BEYAZ UN BEYAZ ŞEKER VE TUZDAN UZAK DUR
 
67.HALSİZ HİSSEDİYORSANIZ GÜNDE BİRER ADET B VE C VİTAMİNİ AL
 
68. KANSER HASTALARI DOKTORUNA DANIŞMADAN HİÇ BİR BİTKİSEL OT KULLANMAMALIDIR. İLAÇ İÇİYORSA
 
                        ASLA OT KULANMAMALIDIR.
 
69. BÜTÜN PETROL ÜRÜNLERİ KANSEROJEN. ŞEYTANIN DIŞKISI OLARAKADLANDIRILIYOR. KULANDIĞINIZ HER
 
                          ŞEYİN PETROL ÜRÜNÜNDEN YAPILIP YAPILMADIĞINI SORGULAYIN
 
 



Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!