30 Nisan 2009 Perşembe

İncir Hücreleri Yeniliyor

İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğu bildirildi.

Amerikan Diyetetik Derneği'nin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, tazesinin yaz aylarında, kurusunun ise her zaman bulunabileceği incirin, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olduğunu söyledi.
İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğunu belirten Dönmez; İncir, lif deposudur ve gut hastalığını iyileştirici bir enzim olan fisin içerir.

Ayrıca çok hafif bağırsak çalıştırıcı özelliği olduğu da bilinmektedir. İncirin anti-kanserojenik etkisi üzerinde de çalışmalar bulunmaktadır" dedi.

Sağlıklı sinir sistemi için şart!

Dönmez, Japonya'da yapılan bir araştırmanın deri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiğini ifade ederek, Ayrıca kemik sağlığı, kan pıhtılaşması ve sağlıklı sinir sistemi için gerekli kalsiyumun en yoğun bitkisel kaynağı olduğu bilinmektedir.

Anında enerji sağladığı ve krampları engellediği için sporcular için oldukça faydalı bir besindir. Özellikle kuru incir, demir ve potasyum açısından besin değeri yüksek bir meyvedir" diye konuştu.



"İncirin sakinleştirici özelliği bulunuyor"

İncirin, içerdiği bazı asidler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği taşıdığını da vurgulayan Dönmez, şunları kaydetti:

Besin değeri yüksek bir ürün olan kuru incir, kolay sindirilebilen fruktoz ve glikoz içerir. Protein miktarı birçok kuru meyvenin iki katından daha fazladır.

Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji, pantotenik asit, riboflavin, tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir. İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar sağlamaktadır."

Dönmez, daha olgunlaşmamış incirlerin oda sıcaklığında ve doğrudan güneş ışığı almayan bir yerde, olgun incirlerin ise buzdolabında saklanması gerektiğini belirterek, taze incirin ara öğünlerde veya salataları lezzetlendirmek için kullanılabileceğini ve kahvaltıda da tüketilebileceğini vurguladı.

"İncirin sakinleştirici özelliği bulunuyor"

İncirin, içerdiği bazı asidler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği taşıdığını da vurgulayan Dönmez, şunları kaydetti:

Besin değeri yüksek bir ürün olan kuru incir, kolay sindirilebilen fruktoz ve glikoz içerir. Protein miktarı birçok kuru meyvenin iki katından daha fazladır.

Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji, pantotenik asit, riboflavin, tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir. İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar sağlamaktadır."

Dönmez, daha olgunlaşmamış incirlerin oda sıcaklığında ve doğrudan güneş ışığı almayan bir yerde, olgun incirlerin ise buzdolabında saklanması gerektiğini belirterek, taze incirin ara öğünlerde veya salataları lezzetlendirmek için kullanılabileceğini ve kahvaltıda da tüketilebileceğini vurguladı.
--
Korkaklıkta mahçup olmak,ilerlemekte şeref var.İnsan,korkaklık gösterek, kaderin cilvesinden yakasını kurtaramaz.                
لا احب الكذب احب الصدق في كل شيء

Web Sitemiz: http://www.haberonay.com
Bloglarımız: http://gencmusalli.blogspot.com
http://islamiegitim.blogspot.com
http://musallihaber.blogspot.com
http://dusunceufuklarinda.blogcu.com
                      Hasan Ahmet Evliyaoğlu

29 Nisan 2009 Çarşamba

REFLÜ TEDAVİSİ MÜMKÜN OLAN BİR HASTALIKTIR

REFLÜ NEDİR?
Halk arasında Mide Reflüsü olarak bilinen Gastro Özofageal Reflü hastalığı mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Reflü, asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun asitten kendini koruma özelliğinin yok olmasından kaynaklanır. Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülmektedir.

Mide içeriği midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeniyle belirgin derecede asittir. Eğer onikiparmak barsağından mideye doğru safra geri akımı varsa mideden yukarı çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur. Reflü hastalığı, asitli veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten veya safralı mide içeriğinden koruyamaması nedeniyle oluşur.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen özellik bu mekanizmanın gevşekliğidir. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birlikte yaşanır. Mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir.

Hastaların en sıklıkla başvurduğu şikayet mide yanmasıdır.
Bunun yanında göğüste yanma ve ekşime,
Ağıza gelen acı bir tat,
Ağız kokusu,
Özellikle yemeklerden sonra ve tok karna yatıldığında geceleri rahatsız eden şişkinlik, geğirme ve boğulma hissi
Göğüste takılma ve sıkışma hissiyle birlikte kalbe baskı ve çarpıntı hissedilebiliyor.
Derin nefes almada güçlük çekilebiliyor.
İleri aşamalarda da;
kronik farenjit,
kronik sinüzit,
alerjik astım
ve diş çürüklerine gidilen bir süreç yaşanabiliyor.

REFLÜ ŞİKAYETLERİ BAŞKA HANGİ HASTALIKLARI ÇAĞRIŞTIRIR?
HAZIMSIZLIKLA İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Şişkinlik, geğirme, midede yanma ve hazımsızlık hissi
safra kesesi taşı olan insanlarda
Ülseri olan insanlarda
Gastriti olan insanlarda
görülebilir.

KULAK BURUN BOĞAZ HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Kronik farenjit
Kronik sinüzit
Ses kısıklığı
Kronik tahriş öksürüğü

GÖGÜS HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Alerjik astım
Kronik öksürük

KALP HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Çarpıntı
Kalpte sıkıntı hissi

Çocuklarda Reflü Meydana Gelişi
Yenildikten sonra yutulan besin içeriği veya tükürük kitlesel olarak yemek brorusun kasılma hareketleri ile yavaş yavaş ilerleyerek yemek borusunun alt ucuna gelir. Yemek borusunun tam mideye bağlanma yeri (ki burası göğüs kafesi içinde kalır) bir borunun diğer ucu gibi düşünülse de normalde kapalıdır. Bunu göğsümüzde nefes alırken negatif basınç, midenin üst kısmında (fundus) biriken gaz ve diyafragma kaslarımızın oraya yaptığı kıskaç rolü sağlar. Biz buna "kardioözofageal sfinkter" (KÖS) diyoruz, halk arasında ise "mide kapakçığı" olarak bilinir. Bir kapakçık değildir. Bu kapalı olan uç mide içeriğinin yemek borusuna geçmesini önler, ama yemek borusundan gelen besinleri ve tükürüğün mideye geçmesine izin verir. Yani yemek borusundan mideye doğru tek yönlü bir valf gibi çalışır. Eğer bu KÖS'ün olduğu noktadaki kaslar bebeklerde olduğu gibi tam gelişmemişse, buraya basınç uygulanırsa ya da gevşemesine neden olacak besin ya da ilaç alınırsa, bu noktavi bölge biraz aşağıda olursa ya da yukarı çekilirse buranın mekanizması bozulur. Böylelikle mide içeriği yemek borusuna geçer.

Reflü Hastalığı nedir?
Mideden yemek borusuna geçen (reflü olan) mide içeriğinin yukarıda belirtilen yerlere ulaşarak o bölgelerde (yemek borusu yüzeyi, yutak, ses tellerinin olduğu gırtlak, bronşlar) hasar, yangı, irritasyon oluşturması ile çocukda o bölgeye ait ortaya çıkan bulgulara "Reflü Hastalığı" denir. Ancak reflü olmasına rağmen bu bulgular her çocukda çıkmayabilir. O zaman bulgusuz reflü vardır. Ama bu potansiyel bir hastalık demektir.

Çocuklarda Reflü Hastalığı: Her Reflü Hastalık mıdır?
Mide ile yemek borusu arasında normal sağlıklı durumalarda da reflünün var olabileceğini yukarıda belitmiştik. Çünkü yutulan lokma veya tükürüğün mideye geçisi esnasında KÖS açılır ve bu sırada özellikle dolu bir mide ya da mide üst kısmında salgı varsa bir miktar yemek borusuna geçiş olur. Ama bunun miktarı az ve süresi kısadır. Yemek borusu bunu kasılarak mideye atar ve kendini temizler. Ancak buradaki KÖS'in çalışmasını bozacak yapısal neden yada fonksiyonu bozacak bir ilaç, besin vs kullanımı varsa temizleme uzun yada yetersiz olur. Süre uzun olursa reflü içeriği yemek borusunun ilk başlangıç kısmına (orafarenks) ve üst solunum yoluna oradan da gırtlak ve bronşlara kadar gider. Bu gidiş esnasında asit ve sindirici enzim içeren reflü içeriği önce yemek borusunun son derece zayıf, dirençsiz olan yüzeyini (mukozasını) dejenere eder. Yüzey (mukoza) harap olunca altındaki sinir uçları açığa çıkar ve bu da midenin hemen üstünde yanma vb bulgulara neden olur. Komşu organ olan kalp önünde de yanma olabilir ve bu kalp ağırısı ile karşabilir. Tam mide çıkışı yani dışarıdan KÖS'e uyan yerde en çok dejenerasyon ve yangı görülür. Bu yangı nedeniyle olan şişlik KÖS'ün kapanmasını daha da bozar. Bu yangı uzun sürerse bu önemli noktavi bölgenin (KÖS) daha yukarı kaymasına neden olur. Bu KÖS'ün kapanmasını daha da engeller. Daha yukarı bölgelere giden reflü içeriği hangi bölgede yangı oluşturusa orada bulgulara neden olur. Ancak ilginçtir ki her reflü olan çocukda reflü içeriği aynı olsa da aynı yangısal değişiklikler görülmeyebilir. Hatta bir çocukda yemek borusunda yangı, diğer çocukda yutak ve bir diğer çocukda yalnızca bronşlarda olabilir. Bunun nedeni her çocuğun genetik yapıdaki farklılıktan dolayı yemek borusu ve yemek borusuna olan kaçağın etkileyeceği yüzeylerin (boğaz, gırtlak, bronş?) direnci ve duyarlılığındaki değişik özellikleridir. Bu nedenle her çocuğun reflüye ait klinik bulguları farklılık gösterebilir. Hatta reflü olmasına rağmen bulgular yani hastalık tabi "reflü hastalığı" olmayabilir.

Mide içeriğinin özefagus (yemek borusu) içine geri kaçması ve özefagus mukozasının anormal şekilde uzun süreli olarak bu içerikle teması sonucunda ortaya çıkan distal özefagus yanığı ve buna bağlı yakınmalar dizisidir.

Gastrik içeriğin tek başına özefagusla teması daha ılımlı bir yanığa neden olurken duodenal içerikle birlikte reflünun ortaya çıkması daha ciddi yanıklara ve dolayısıyla komplikasyonlara neden olmaktadır.

GÖRH oldukça sık rastlanılmaktadır. Türkiye'de ki oranlar konusunda tüm populasyonu tarayan çalışma olmamasına rağmen rastlanma sıklığı batı ülkeleriyle benzer olduğu düşünülmetedir.

GÖRH yaygın bir hastalıktır ve özefagus patolojilerinin %75’ini oluşturur.
Hastaların bir çoğu antiasidler, H2 reseptör antagonistleri ve proton pompa inhibitörleri ile doktorlara uğramadan kendi kendilerini tedavi etmektedir.
Hastalığın iki yönü vardır.
Hasta açısından; neden olduğu bulguların hayat kalitesini bozucu etkileri
Hekimler açısından; oluşturduğu özefajitin tedavisi ve muhtemel komplikasyonların tedavisi
Önemli olan reflu ataklarının sayısı, toplam reflu sayısı,en uzun süreli reflu, toplam reflu zamanının toplam zamana oranıdır.
Neden Olur?
İnsanlarda mide içeriğinin özefagus içine kaçmasını engelleyen mekanizmalar
Etkili olarak çalışan bir alt özefagus sfinkteri (AÖS)
Özefagusun içeriğini mideye doğru ilerleten peristaltik dalgalar
Yeterli fonksiyonlu mide hacmi
Bu üç faktörden herhangi birindeki yetersizlik reflüye neden olarak özefagusta mukozal hasara neden olur. Reflunun uzun sürmesi durumunda komplikasyonlar (özefajit, Barret, darlık....) ortaya çıkar.
Norolojik ve motor hastalıklar
Özefagus peristaltizmin bozulması: Reflü, skleroderma, diffüz özefagus spazmı ve akalazya gibi hastalıklar sonucu peristaltik hareketlerin bozulmasıyla özefagus daha sık ve daha uzun süre mide asidi ile temas eder. Bu temas sonucu özofajit ortaya çıkar ve bu da özefagus peristaltizmindeki bozukluğun daha da artmasına neden olur.
Alt Özefagus sfinkterin yetersizliği: Gastroözefageal reflü hastalığının (GÖRH) en sık nedenidir. Mekanik olarak hasarlı bir sfinkter aşağıdaki özelliklerden biriyle tanımlanır:
-Ortalama alt özefagus sfinkter (AÖS) basıncının 6 mmHg'dan az olması
-Sfinkterin toplam uzunluğunun 1 cm veya daha az olması
-Sfinkterin karın içi uzunluğunun 1 cm veya daha az olması

Boğaza yabancı bir cisim takılması hissi, inatçı bir öksürük, ses kısıklığı, nefes almada zorluk ve ağız kokusu… Bunlar, “Boğaz Reflüsü/üst reflü”nün (Laringofarengeal Reflü) belirtilerinden sadece birkaçı. Boğaz Reflüsü, zaman zaman mide asidininin yemek borusuna kaçması ile kendini gösteren “Gastroözofageal reflü (GÖR) ile karıştırılmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde sinüzitten astıma; uyku apnesinden gırtlak kanserine kadar pek çok ciddi sağlık sorununa yol açabilen bu rahatsızlıkta, doğru tanıyı koymak ve uygun tedavi seçeneğini belirlemek önem kazanır. Ataşehir Memorial Tıp Merkezi KBB Bölümü’nden Doç. Dr. ç. Dr. Erkan Tarhan, “Laringofarengeal Reflu ve tedavisi” hakkında bilgi verdi.

Mide reflüsü yatarken, üst reflü ayaktayken rahatsız eder

Mide, kendisine gelen yiyecekleri sindirebilmek için asit salgılar. Mide içeriğinin ve sıvısının mide dışına çıkmaması için var olan kapakçık sistemi mide sıvısının mideden dışarı kaçağını önlemeye çalışır. Mide ile yemek borusu arasındaki kapakçık (alt özofagus sfinkteri) uygun çalışmadığı zaman, midenin asitli içeriği yukarıya yemek borusuna doğru kaçar. Buna “Gastroözofageal reflü (GÖR)” denir. Yemek borusu ile boğaz arasındaki kapakçık (üst özofagus sfinkteri) çalışmadığı zaman ise, mide içeriği aside, mide içeriğine ve safraya karşı çok daha hassas olan boğaza ve larinkse yani ses tellerine kadar ulaşır. Bu duruma ise, “Laringofaringeal reflü (LFR)” adı verilir. Bu reflü yaygın olarak bilinen mide reflüsundan farklıdır. Boğazda olan üst reflü gün içinde ve ayakta daha fazla iken, mide reflüsü yatarken daha sık ve rahatsız edicidir. LFR gelişiminde gırtlak ve yutak dokularının hassas yapısı ve bazı sinirsel refleksler, yemek borusu hareketleri de önemli role sahiptirler.

Reflüye bağlı ses problemleri ya asidin doğrudan irritatif etkisiyle ya da boğaz, gırtlak ve boyun kaslarının aside karşı refleks olarak kasılması ve sertleşmesiyle ortaya çıkar.

Her 10 KBB hastasından biri bu şikayetten yakınıyor

Avrupa popülasyonunun yaklaşık %30’unun reflü şikayeti olduğu bilinmektedir. Boğazda olan bu reflü nadir değildir ve KBB Polikliniklerine başvuran her 10 hastadan birinde görülmektedir. Ayrıca ses problemleri nedeniyle KBB Hastalıkları uzmanına başvuran hastaların en az %50’sinde LFR’nin ses probleminin ana veya yardımcı nedeni olduğu belirtilmektedir.


Hastalıkta sıklıkla karşılaşılan problemler;

-Ses kısıklığı, seste kabalaşma, ses problemleri

-Kronik öksürük, inatçı öksürük

-Geniz akıntısı

-Boğaz temizleme

-Boğazda takıntı hissi, yabancı cisim hissi

-Yutma problemleri

-Ağızda acı/ kötü tat

-Nefes almada zorluklar

-Ağız kokusu

-Kulağa yansıyan ağrı

-Ağza acı su gelmesi, göğüs ağrısı, mideden asit gelmesi, hazımsızlıktır.

Beslenme alışkanlıkları hastalığı gelişiminde büyük rol oynuyor

Tanı koymak her zaman kolay değildir. Çünkü hastaların şikayetleri bu hastalığa spesifik olmamaktadır. Öncelikle hastalardan ayrıntılı bir hikaye alınmalı, beslenme biçimleri, hayat tarzları, vücut kitle indeksleri, sigara, alkol, çay, kahve alışkanlıkları, mideye dokunan ilaç kullanımları, akşam yemeği ile yatış arası süre, çikolata, kuruyemişler, acı, sirke, acılı soslar, yağlı, şekerli beslenme alışkanlıkları, stres ve stresle baş edebilme durumları ve hatta dar kemer ve giysi kullanımları sorgulanmalıdır. Hastalarımızın daha önceki mide hastalıkları, bu hastalıklara yönelik kullandıkları ilaçlar ve geçirdikleri cerrahi operasyonlar da yine bilmemiz gereken noktalardır.

Ayrıntılı bir KBB ve baş boyun muayenesi şart

Videolarengoskopi bize reflü hakkında en çok bilgi veren görüntülü endoskopi sistemidir. Bunlar fiberoptik endoskopi veya videolarengoskopi ile üst solunum ve sindirim yollarının görüntülenerek değerlendirilmesidir. Bu sistem mide endoskopisine benzemez. Kameralı endoskoplarla boğazdan, gırtlaktan ve ses telleri ile yemek borusu başlangıç yerinden kayıtlı görüntüler elde edilir

Kesin tanıda iki problu asit ölçüm çalışmalarına da başvurulmaktadır.

Stres de tetikliyor

Maalesef LFR zor tanı konulan, düzenli tedavi alamayan bir hastalık olma özelliği taşımaktadır. Son yıllardaki tıptaki baş döndürücü gelişmelere teknolojik dönüşümün de eşlik etmesi sonrası LFR, önümüzdeki yıllarda ismini çok daha fazla duyuracak bir hastalık olacaktır. Hatalı beslenme tarzları ve yaşam şekillerine eklenen yoğun stres sonucu bu hastalık da görülme sıklığını artıracaktır.

LFR birçok hastalığın oluşumunda suçlanmaktadır: Bunlardan en önemlileri;

-Astım,

-Mikroaspirasyonlar (solunum yollarına asit ve mide içeriğin kaçışı),

-Akciğer hastalıkları,

-Hava yolu daralması (larengeal stenoz),

-Uykuda solunumun durması ile kendini gösteren tıkayıcı uyku apnesi,

-Ataklarla seyreden larengospazm,

-Gırtlak kanseri,

-Ani bebek ölüm sendromu,

-Kronik sinüzit,

-Kronik farenjit olarak sıralanabilir. Kronik farenjiti tedavisi olmayan bir hastalık olarak sayılmamalı, mutlaka bu hastalarda reflü varlığı sorgulanmalıdır.

Düzenli diyet, hastalığın tedavisinin en büyük yardımcısıdır.

Diyetin düzenlenmesi bu hastalığın sadece tedavisinde değil, aynı zamanda tekrarlamamasında da çok önemli bir yere sahiptir. Günümüzün modern yaşam biçiminde artık geçici, haftalık, aylık, mevsimlik dietler yerine doğru beslenme biçimini kendi hayat tarzımız olarak benimsememiz gereklidir. Bu öneriler ise;

-Yatmadan 3 saat önce herhangi bir gıda yememek/ içmemek (su dışında),

-Aşırı yemekten kaçınmak ve yemeklerden sonra hemen yatmamak,

-Kızartılmış gıdalardan uzak durmak,

-Alkol, kahve, çay, çikolata ve asitli içeceklerden kaçınmak,

-Rahatsız ettiği bilinen yiyecekleri tüketmemek olarak özetlenebilir.


Yaşam tarzı değişiklikleri de LFR’ de ilaç tedavisini destekleyen önemli parçalardan biridir.

Yatarken yatak başın 10-15 cm yükseltilmesi gerekir. Burada çift yastıkta yatmak değil, yatak başının yükseltilmesi amaçlanmaktadır. Dar giysilerden ve sıkı kemerden kaçınmalıdır. Sigara, alkol kullanılmamalı; ideal kilo korunmalıdır. Ayrıca karın bölgesini aşırı sıkan kıyafetlerden kaçınılmalıdır. Ek olarak:

-Yemeklerden hemen sonra yatmaktan ve eğilmekten kaçınmak,

-Aspirin gibi mideye dokunan ilaçları zorunluluk yoksa kullanmamak,

-Yoğun stresden kaçınmak veya stresle başa çıkma sanatını öğrenmek,

-Karın solunumu yapmak,

-Sık ve az miktarda öğünlerle beslenmek,

-Kafein ve nikotinden uzak durmak,

-Domates ve domates sosu içeren yiyecekler, acılı yiyecekler, ananas, sirke ve turunçgilleri ölçülü tüketmek,

-Çikolata, kuruyemişler, mentol ve alkollü içecekler alt yemek borusu kapakçığını bozar, bunlardan da uzak durmak,

-Yağlı yiyeceklerden kaçınmak,

-Tam yağlı süt yerine yağı azaltılmış veya yağsız süt ve süt ürünlerini tercih etmek sayılabilir.

Bu uzun öneri listesini okuyan hastalara burada bir noktayı hatırlatmak istiyorum. Elbette “Hayatımızdan yukarda sayılan besinlerin hepsini çıkarmamız şarttır.” diye bir çıkarım da bulunmak ağır bir istek olacak ve muhtemelen hiç uyulmayacaktır. Doğrusu ise adı geçen besinleri sınırlı ve az miktarlarda tüketmek olacaktır.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Matematik, artık hayat kurtarıyor!

 

'Bu dersin bize ne faydası var?' Matematik öğretmenlerinin en çok karşılaştığı sorulardan biri bu. Çoğumuz matematiği anlamaya çalışmak yerine bu sorunun cevabına kafa yorduk, eğitim sürecinde.

Günlük hayatımızda basit hesapların dışında yeri yoktu çünkü! Hocaların "Matematik muhakemeyi geliştirir." sözü ise ikna edici gelmiyordu. İşte şimdilerde bir ezber bozuluyor. Gelişen teknolojiyle matematik de hayatın içinde yer almaya başlıyor. Daha doğrusu, bu gerçek, matematiğe mesafeli duranların bile anlayabileceği şekilde kendini gösteriyor artık.

Tıptan işletme yönetimine kadar birçok farklı disiplinle ara kesit oluşturan bu bilim dalı, önemini daha da artırmış durumda. Örneğin tıpla birleşmesinden oluşan yeni 'matematiksel tıp' bilimi erken tanıda, hatta tedavide önemli bir işlev görüyor. Matematiksel tıbbın geliştirdiği yöntemler, kanser ve kalp hastalıklarından hücre modellerine kadar tıbbın birçok alanında kullanılıyor. Matematiksel yaklaşımlar klinik çalışmalarda olduğu kadar, hastane ve sağlık kuruluşlarının yönetimlerinde de başarılı sonuçlar veriyor.

ABD, Kanada, İngiltere ve İsrail gibi bazı ülkeler matematiksel tıp disiplinine ayrı bir önem veriyor. Üniversitelerde açılan ayrı fakülte ve enstitülerle yetinmeyen bu ülkeler büyük bütçeli özel araştırma merkezleri de kuruyor. Hatta bazı hastaneler matematiksel tıp üzerine ayrı birimler açıyor. Klinik ve sağlık sistemlerinde kullanılması durumunda etkinlik ve verimliliği artıran, özellikle çağımız hastalıklarından kanser, AIDS ve kalp sorunlarının tedavisinde kullanılan bilim henüz ülkemizde bilinmiyor. Medikal istatistik alanında çalışmalarıyla bilinen Tennessee Üniversitesi İstatistik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamparsum Bozdoğan (64), bu bilimin daha da gelişeceğine, tıbba önemli katkılar sağlayacağına vurgu yapıyor. Tabii bir de hatırlatmada bulunuyor: "Türkiye'deki sağlık sektörü ve kamunun bu alana yatırım yapması ülke için önemli bir adım olur. Bu konuda başarı sağlanabilmesi için tıp, matematik, istatistik ve veri madenciliği bilimleri ile uğraşan bilim adamlarının ortak çalışma yapması gerekiyor. Bu şekilde başarı sağlanır ve Türkiye bu alanda geri kalmamış olur."

Bu noktada akla bazı sorular geliyor: Matematiksel modeller tıpta nasıl kullanılıyor? Matematiksel tıp insanoğluna ne gibi faydalar sağlayacak? Bu ve benzeri soruları Türkiye'de 'matematiksel tıp' ve 'sağlık sistemleri mühendisliği' alanlarında çalışan sayılı akademisyenlerden Doç. Dr. Eyüp Çetin'e sorduk. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Sayısal Yöntemler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çetin'in (34) anlattıkları bu bilim dalının anlaşılması açısından oldukça önemli.

-Matematiksel yaklaşımlar sağlık alanında ne ifade ediyor?

Tıbbi kaynakların son derece kısıtlı olması, var olan kaynakların da etkin kullanılamaması sonucu dünyada her yıl yüz binlerce kişi hayatını kaybediyor. Tıpta ve sağlık sistemlerinde sayısal (kantitatif) tekniklerin kullanılması ile hasta kayıpları azaltılabiliyor. Yani hayat kurtarılıyor. Matematiksel ve istatistiksel yöntemlerin aktif hâle getirilmesi önlenebilir hataları da büyük ölçüde azaltıyor. Bir araştırmaya göre, önlenebilir hataların yüzde 98'inin sistemden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, hem klinik uygulamaların hem de sağlık sistemlerinin etkinliğinin sorgulanması gerekiyor. Bu noktada, matematiksel modeller imdada yetişerek tıpta ve sağlık hizmetleri planlamalarında çok etkili bir araç oluyor.

-Matematiksel modeller nasıl hayat kurtarabiliyor?

Günümüzde tıp ile matematiğin kesiştiği alanlar arttı. Matematiksel bilimler tıbbın klinik problemlerinin çözümünde etkin olarak kullanılıyor. Mesela, artık 'matematiksel onkoloji' adı verilen bir alt disiplin doğdu. Bu bilim dalı tümörün gelişimi, davranışlarının tanımlanması, incelenmesi, teşhisi ve tedavisinde destekçi. Çok başarılı uygulamalar var. Kanser prognoz yöntemleri, anjiyogenez, pH düzenleme, hücre-hücre yapışması, hücre-ilaç etkileşimleri, radyoterapi ve kemoterapi planlama akla ilk gelenler. Örneğin, ölümcül gliyoblastom (beyin tümörü) vakasında kullanılmak üzere 2000'de geliştirilen bir diferansiyel denklemden oluşan matematiksel model tedavide başarı sağladı. Geliştirilen bu model tümörün hangi yöne doğru yayılacağını çok sıhhatli bir şekilde ortaya koyuyor. Böylece, radyoterapi ve cerrahi operasyonlar daha başarılı planlanarak, hastanın daha uzun yaşaması sağlanıyor.

-Hastalıkların teşhisinde bu yöntemler nasıl kullanılıyor?

Başarılı uygulamalar var, teşhis ve tedavide. Örneğin prostat kanserinde biyopsi iğnelerinin sayısı ve hangi bölgeye hedefleneceği sorunu vardır. Doğal olarak mümkün olan az iğne sayısı ile en fazla oranda kanserli hücreyi yakalamak arzu edilir. 2003'te ABD'de yapılan bir çalışmada, prostat kanserini teşhis etme olasılığını maksimize eden bir optimal biyopsi protokol modeli geliştirildi ve daha az iğne ile daha yüksek oranda kanserli hücreler teşhis edilebildi.

-Peki tedavide durum nasıl?

Şüphesiz birçok matematiksel model var literatürde. 2006'da yaptığımız ve ABD'de önemli bir dergide yayımlanan çalışmamızı örnek olarak verebilirim. Bu çalışmada kanser hücrelerinin toplam tahribatını maksimize ederken aynı zamanda doza bağlı tüm yan etkileri ve maliyetleri minimize ettik. Biliyorsunuz, kanser tedavisindeki yan etkiler ileride ölümcül vakalara sebep olabiliyor. Geliştirdiğimiz model her ne kadar immüno, kemo ve radyoterapiden oluşan kompakt bir tedavi modeli olsa da mesela radyoterapi modeline kolayca indirgenebilmekte.

-Başka ne gibi klinik uygulamalar var?

Matematiksel modeller genel olarak kanser üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak diğer klinik alanlarda da varlık gösterebiliyor. Örneğin tıbbi biyoloji, nöroloji, pediatri ve psikiyatride sayısal yöntemler kullanılıyor. Matematiksel tıp açısından kardiyoloji açık bir alan.

-Modellerin hastane ve sağlık kuruluşlarının yönetiminde de etkin kullanıldığını söylediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Karar verme probleminin olduğu hemen her yerde matematiksel modeller kullanılabilir. Optimal hastane yeri seçimi, hekim/hemşire nöbetlerinin çizelgelenmesi, optimal personel atama, optimal fiyatlandırma, hasta kuyruklarının analizi, ameliyathane hizmetlerinin optimizasyonu, hastanelerde enfeksiyon kontrolü, etkinlik analizleri gibi birçok probleme çözüm bulabiliyoruz sayısal yaklaşımlarla. Diğer taraftan, epidemiyolojik, aşı ve biyoterör modelleri ile kan ve organ dağıtım modelleri gibi çalışmalarla sağlık hizmetlerinin makro planlaması yapılabiliyor. Örneğin, en son geliştirdiğimiz bir kan bankası lokasyonu modeliyle, kan bankalarının konuşlanacağı bölgeler optimal olarak öneriliyor. Matematiksel tekniklerle -hastalığın teşhis ve tedavisinden tutun, makro sağlık sistemine kadar- tıbbın her alanında yaklaşık yüzde 10-40 civarında iyileştirmeler sağlanabiliyor.

- Örnek verebilir misiniz?

2008'de açıklanan bir çalışmaya göre; 1999-2000 arasındaki verilerden New York City'de sadece ambulans gecikmelerinden dolayı akut miyokardiyal infarktüs (kalp krizi) sebebiyle ölen hastaların sayısı 201-390 arasındaydı. Söz konusu dönemde kalp krizinden 9743 hasta hayatını yitirmiş. Bunun üzerine ambulans sisteminin daha etkin çalışması için matematiksel formüller geliştirilmiş. Böylece ölümlerin azaltılması hedeflenmiş.

-Siz matematiksel tıp alanında çalışıyorsunuz; ama Türkiye'de bu bilim pek bilinmiyor...

Maalesef bilinmiyor. Dünyada bu disiplinlerarası konuya gerçekten yoğun ilgi var. Ülkemizde de bu disiplinler arasındaki geçişlerin süratle sağlanması gerekiyor. Artık matematik, istatistik ve veri madenciliğinin de katkısıyla çoğu tıp problemine çözüm getirilebiliyor. Hastane, sağlık kuruluşları ve sağlık politikası yöneticileri de sayısal yöntemlerin gücünün farkına yeterince varmış değil henüz. Daha iyi hasta memnuniyeti, daha mutlu sağlık çalışanı, etkin sağlık servisi ve daha çok kâr için gerekli olduğunu düşünüyorum kantitatif yaklaşımların.

- Bu disiplinin Türkiye'de de etkin kullanılması için neler yapılmalı?

İÜ Onkoloji Enstitüsü'nde verdiğim 'matematiksel onkoloji' konulu konferansta ve benzeri toplantılarımda tıpçıların yakın ilgisini gördüm. Dolayısıyla dünyada olduğu gibi ülkemizde de, matematik ile tıp bir araya getirilebilir. Bu alanda ortak kongre, konferans düzenlenebilir. Ayrıca, tıp fakültelerinde ve lisansüstü sağlık bilimleri enstitülerinde sayısal derslerin artırılması yoluna gidilebilir. Dünyaya paralel olarak bu ilişki kurumsal hâle getirilebilir. Örneğin, University of Nottingham'daki 'Center for Mathematical Medicine and Biology' gibi merkez ya da enstitüler kurulabilir. Üniversitelerde ya da kurumsallaşmış hastanelerde bu konuda birimler kurulmalı. Dünyaca ünlü Harvard Business School'da 2005'te Sağlık İnisiyatifi birimi kuruldu. Bu birim son zamanlarda, yakınlarına böbrek vermek isteyip de böbreği uymayanlar arasında 'böbrek değişimi'ne imkân tanıyan bir matematiksel model geliştirdi ve bu proje New England'da başarılı şekilde uygulanıyor.

Kaynak: Zaman
Okunma : 181

Mutluluğun Reçetesi

Sevgili arkadaşlar Hep mutlu olmanız dileğiyle.. Bu güzel yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum:) Bildiklerimizi tekrar hatırlamak için.. Sevgiler..


Hastaların en çok önem verdikleri şey hazırlanan reçetelerdir.
Reçeteleri "altın öğütler" gibi görür, dikkatle uygular ve çoğu zaman da saklayıp biriktirirler. Haklılar!

Çünkü bunlar yapılması gerekenlerin özeti, güvenli birer yol haritasıdır.
Reçeteleri yalnız doktorlar hazırlamaz. Başka "reçete yazıcılar" da vardır.
Mesela ekonomistlerin yazdığı reçeteler buna örnektir ve bunlara bugünlerde çok itibar ediliyor.

Ernie E. Zelinski de bilge kişilerin çağlar boyunca söylediklerinden yararlanıp bir mutluluk reçetesini oluşturmuş (Bay Zelinski geçenlerde bizim ülkemize de geldi). Kanımca bugüne kadar yazılmış en iyi reçetelerden biri bu.
Bu reçeteyi mutlaka bir kenara not edin. Kesip saklayın. Mümkünse eşe, dosta, sevgiliye, arkadaşa fakslayın.
E-posta veya telefon mesajı ile yollayın. Ama en önemlisi mutlaka uygulayın.

İŞTE REÇETENİZ:

Doyum sağlayacak kadar bir amaç

Geçinebilecek kadar bir iş

Temel ihtiyaçlara yetecek kadar zenginlik

İş ve eğlenceyi dengeleyecek kadar sağlıklı bir akıl

Birçok insanı beğenecek, bunlardan birazını da sevecek kadar şefkat

Kendini sevecek kadar öz saygı

Muhtaç olanlara verecek kadar iyilik duygusu

Zorluklarla yüz yüze gelecek kadar cesaret

Sorunları çözecek kadar yaratıcılık

Her an gülecek kadar mizah duygusu

İyi bir yarını bekleyecek kadar umut

Hayatı bütün değerleri ile yaşayacak kadar bir sağlık

Sahip oldukların için şükran duygusu

Reçetenizdeki 13 ilaçtan siz hangisini beğendiniz bilmiyorum ama benim favorim sonuncudur:

SAHİP OLDUKLARINIZIN DEĞERİNİ BİLİN

"Sahip olduğunuz şeylere şükran duymak". Bu ilaç her eczanede bulabileceğiniz çok eski ve güçlü bir
moleküldür. Sahip olduğunuz her şeyi kaybettiğinizi sonra da bulduğunuzu düşünün. Nasıl da mutlu olurdunuz. Sahip olduğunuz şeylerin, sağlığınızın, eşinizin, çocuklarınızın, arkadaşlarınızın ve dostlarınızın değerini bilmek...

Kendinize, bilginizi, yeteneklerinizi ve kendinizi sevme fırsatını vermek... Mutluluğun peşine düşmek yerine,
biraz da onun sizi bulmasını beklemek, kısacası bulduğunuz ve olduğunuzla yetinmek bu ilacın en önemli faydalarıdır. Reçetenin etkinliği arttırmanın diğer yollarını ise Mark Twain yazmış:

"Palamarı fırlatıp at. Güvenli limanlardan uzaklaş.
Bırak alize yelkenleri şişirsin.
Araştır, düşle ve keşfet".

Sahip olduklarınıza şükür ettikçe keşfetme yeteneğinizin iyice artacağından kuşku duymayın.
En sık kullandığım diğer ilaçları da yazabilirim:
Sağlık, umut, amaç ve şefkat!
En iyi sonucun ilaçların tümünün sürekli olarak kullanımıyla alındığını da hatırlatırım.

ALINTIDIR..

[ Erdemliler Hareketi ] 10 BASİT ÖNLEM

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2030 yılında insan ölümlerinin çoğu kanser sebebiyle gerçekleşecek. Veriler kansere yakalanan insan sayısını 24 milyon, kanser nedeniyle ölen insan sayısını 17 milyon, kanserle yaşayan insan sayısını ise 75 milyon olarak öngörüyor.

Geçmiş verilere bakıldığında kanser sıklığında yüzde 100 artış bekleniyor. Bu artıştan en çok da ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler etkilenecek. Ülkemizde 1-7 Nisan arası Kanser Haftası olarak belirlendi. Bu vesileyle kanserin erken teşhisi ve kanserden korunma yolları hakkında bilgilerinizi pekiştirmenizde yarar var.

1. Sigarayı bırakın

"Dumansız Hava Projesi"ni destekleyin. Sadece sigarayı bırakarak yaşamınıza 10 yıl katabilirsiniz. Bu yıl kendiniz için bir adım atın, sigarayı bırakmak için çaba gösterin, profesyonel bir yardım alın ve dumansız bir hava sahası oluşturun.

2. Sağlık taramanızı aksatmayın

Yıllık check-up programlarınızı ertelemeyin. Kadın ve erkeğe yönelik tarama testlerinizi mutlaka yaptırın. Unutmayın ki; bazı kanser türleri erken saptandığında yüzde 90 ve üzerinde oranla tamamen yok edilebiliyor. Ailesinde kanser hastası olan, belli bir yaşın üstündeki bireylerin belirlenerek daha titiz incelemelerin yapılması gerekiyor.

3. Fazla kilolardan kurtulun

Fazla kilo rahim, kolon, göğüs, yemek borusu ve böbrek kanseri riskini artırıyor. Yüzde 10 kilo kaybı ise kişiyi yüzde 50’lere varan oranda kanser riskinden koruyor. Akdeniz tipi diyetin sağlıklı olduğu giderek daha iyi anlaşılıyor. Zeytinyağı, yeşil gıdalar, taze ve işlemden geçirilmemiş ürünler, bol lifli beslenme her tip kanseri engelleyebilir. Yüksek kalorili, yağ içeriği zengin, lifi düşük beslenme, özellikle mide ve bağırsak kanseri açısından risk oluşturuyor.

4. Aktif olun

Kanserden korunmanın en iyi yollarından biri de aktif bir yaşam tarzıdır. Günde 10 bin adım felsefesi hareketli bir yaşam için öneriliyor. 5 gün boyunca 30 dakika yapılan egzersizle ciddi anlamda kanserden korunabilirsiniz.

5. Yeşil gıdaları artırın

Yapılan çalışmalar haftada 3 veya 4 kez salata yenmesinin sigaraya bağlı akciğer kanseri riskini azalttığını gösteriyor. Çünkü yeşil sebzelerde hücre tamirinde görev alan antioksidan moleküller bol miktarda var.

6. Alkolden uzak durun

7. Yiyeceklerinizi renklendirin

Son yıllarda yapılan bir çalışma sebzelere ve meyvelere kırmızı, mor ve mavi rengini veren antosiyanin adı verilen maddenin kolon kanseri riskini azaltıyor.

8. Kırmızı eti azaltıp, beyaz ete yönelin

Kırmızı et, içerdiği yüksek yağ oranıyla damar sertliği ve birçok kronik hastalığa neden olur. Beyaz et tüketimi sağlıklı bir tercihtir. Yüksek hayvansal yağ tüketimi kansere yol açar.

9. Güneş ışığından korunun

Cilt kanseri en sık görülen, ama bunun yanında en sık önlenebilen kanser türleri arasındadır. Güneş ışığı içerdiği ultraviyole ışınlarla cilde zararlı olduğundan çok güneş alan bölgelerin özellikle baş ve boyun bölgesinin ciddi şekilde korunması gerekiyor. Kremler, gözlükler ve şapkalarla UV ışınlarından korunabilirsiniz.

10. Emzirin

Bütün anne adaylarına duyurulur! Bebeğinizi ne kadar uzun süre emzirirseniz, o kadar daha az meme kanserine yakalanırsınız.

Dogadan Evinize

SIZMA ZEYTİNYAĞI

TURKIYE'NIN EVE TESLIM DOGAL GIDA ALISVERIS SITESI